“O sabah ezan sesi gelmedi camimizden
Korktum bütün insanlar, bütün insanlık adına
Cahit Zarifoğlu/Hama 1982”
Suriye’de ezanları susturan, ezana endeksli bir hayat yaşayan aileleri topyekûn yok eden bir anlayış, sabah ezanları ve tekbirlerle yıkıldı. Günün ilk ışıklarıyla Şam’daki kutlamaları seyrederken Şam ve Halep’i ilk gördüğüm 1979 yılına gittim. İnsanın idrak ve hatırlama gücünün bir anda 40-50 yıl öncesini hatırlaması, Emevi Camisi’nde kılınan sabah namazının çağrışımları. Bir diktatörün (Beşşar Esed) devasa portreleriyle ilk karşılaşmanın garipseyici hissiyatı… Bir anda o karanlık despotizmin yıkılış sahnelerine tanıklık etmek. Sonra Halep! Türkiye’nin herhangi bir kentinde olduğun hissi. Çarşılardaki esnafın tavır ve davranışları, bir ürünle ilgilenirken yaklaşımlarıyla kendinizi ülkenizdeymişçesine oralı ve orayı kendine ait hissetmek. O samimiyet atmosferinde esnafın korku ve tedirginliklerine tanıklık etmek.
Birkaç ay sonra Türkiye’de Suriye diktatörlüğü ve despotizmine denk bir darbe ile karşılaşmak ve Suriyeli Müslümanlara dair işittiğiniz ve okuduğunuz insanlık dışı uygulamalara maruz kalmak. Üniversite yıllarının başında Hama Müslümanlarının başkaldırısı sonucu yaşanan büyük vahşetten yeryüzüne sızan zulüm kırıntılarından büyük acılara tanıklık etmek ve merhum Cahit Zarifoğlu’nun yukarıya aldığımız “Hama 1982” şiirinin gençlik arasında destansı bir acının anlatısı olarak yayıldığı yıllar.
Hama’da Müslümanlar sadece inandıkları gibi yaşamak ve inançlarını yaşayacakları bir eğitim hakkına sahip olmak istiyorlardı. Şafak vakti şehir kuşatıldı ve kadın, erkek, çocuk, genç, yaşlı gözetilmeksizin katledildiler. Kaçmayı başarıp yüksek ağaçlara çıkarak hayata tutunmak isteyen çocuklar bulunup çıktıkları ağaç dallarına ayaklarından asılarak katledildiler. Yeterince kan akıttıklarına inandıklarında da 13-70 yaş aralığındaki herkesi tutuklayarak kapattıkları hapishanelerde ölüme terk ettiler. Yapılan araştırmalar Hama operasyonlarından bugüne kadar haber alınamayan insan sayısının 20 bin olduğu tahmin ediliyor.
Suriye topraklarında o kadar çok cinayet işlendi ve katliamdan kurtulanlar hapishanelerde çürümeye terk edildi ki geride kalanlar için her ev mezar taşı olmayan bir mezara dönüşmüştü. Ölüm ve gözaltına alınma o kadar sıradanlaştırılmıştı ki Müslüman ideallerini Endülüs’e taşıyan ve yaşatan topraklarda nefes almak hayatta kalmak anlamına gelmiyor; Müslümanların Endülüs’te maruz kaldığı zulüm ve işkenceyi her dem yaşamak anlamına geliyordu. Fırsatını bulup mülteci olarak bir ülkeye giderken Ege sularında boğulup kıyıya vuran Aylan’ın kaderini yaşamadıysanız nefes alma şansınız olacaktı; ama bu, ölümü göze alarak bir yolculuğu bitirme riskine razı olmaktı. Bu nefesi alırken 20. ve 21. yüzyılın en büyük “genç gönüllüler mezarlığı Akdeniz”i hep kalbinizde ve zihninizde tutmak gerekiyordu ve öyle de oldu.
Suriye’de insanlar zulmü, hapisliği, işkenceyi; inanç ve etnik aidiyetlerden bağımsız olarak yaşadılar. Orada her dem ve her insan dünyada “ne çok acı var” hakikatini fiilî olarak yaşadı. İç savaşta zalimlerle ortaklık kuranların bombalarıyla yıkılan yurtlarını terk ederek Türkiye ve Lübnan başta olmak üzere pek çok ülkeye hicret etmek zorunda kaldılar. Yaşadıkları acı ve ölümlerden arta kalanlar döndüler ve ülkelerini kurtardılar. Bu kurtuluş yeniden mezhepçi dayatmalara, etnik ötekileştirmelere yaslanıp yeni acılara, zulümlere, çatışmalara ve ölümlere zemin oluşturacak ihtiraslardan müstağni kılınabilirse hedefine varacaktır.
Hiç kimse yanaklarını parçalayan dipçikleri, şafak baskınlarında kaybettiği ailesini, cezaevlerinde mahkûmiyetlerine ek olarak susma mahkûmiyeti sonucu kelimeleri unutuşunu, paletler altında ezilenleri ve bütün bu olup bitenlere ağlayamamalarını unutmasın lütfen. Onlarca yıldır yaşadıkları zulme göz yumarak zalim idareciler yanında yer alan Müslümanların yaşadığı ülke liderlerinin yalan yönlendirmelerine kanmadan. Ailelerinin acısından, kaçarken kıyıya vuran yurttaşlarının ceset fotoğraflarından, Aylan bebeğin masum kalbinin anlatısından, Ege ve Akdeniz’de balıklara yem olan kardeşlerinin olmayan mezarından artakalanları bir resim olarak değil; çağlara kalacak bir destan olarak bakıp ülkelerini inşa etsinler ki insanlık iyi insanların da olabileceğine yeniden inansın. Ve ibret olsun diye ülkesine ihanet edenlerin bir hain ve alçak olarak kaçışının yeni kaçışlara sebep olmayacağı adil ve yaşanabilir bir güvenli yurt inşa etsinler.
Merhum Cahit Zarifoğlu’nun Hama Sımsıcak şiirinde “Sarıklar kan oldu/Ak sakal kan oldu/Demek bitmedi Kerbela/Hama Kerbela’sı dehrin/Nasıl kuru dudakları devlet olduysa Hüseynin/Şehit ağzını değdir üstüne ölü kalbimin/Bülbüller anıp susar sesini/ Nice tevhit çekti dillerin/..ve üstüm başım perişan benim/Elim hayret kısa kamalarım kayıp/De şehit nefesini değdir üstüne ciğerimin” deyişini unutma zulmün abat olmadığı topraklara doğan ve özgürlük bayrağını göndere çeken genç kardeşim. Ve asla devrilecek putlar ve putçuklar inşa etme; çünkü putları devirerek bir devrim yaptın.
Suriye devriminin muzaffer çocukları, muzaffer fatihler olarak ve şehit vererek döndükleri ve dönecekleri topraklarda peygamber öncülüğünde Medine’ye giden muhacirlerin kurdukları ilk devletin kodları üzere bir devlet kurarlarsa Suriye, Orta Doğu ve insanlığa örneklik teşkil edecektir. Gaza mübarek olsun.