Bütün savaşlarda kendilerini koruyacak insanları, aile ve çevrelerini kaybeden kadınlar ve çocuklar en ağır tahribata uğruyorlar. En ağır mağduriyetler hiç şüphe yok ki onların sırtlarında kalır. Her kadının, çocuğun, babanın düşündüğü gibi, güven duyarak evlerinde otururlarken üzerlerinde büyük gürültüyle uçan savaş uçaklarının ağır bombardımanına maruz kalan, içinde oturduğu binanın üstünde varil bombası patlayan, bir anda yüzlerce silahlı grubun ortaya çıktığı belirsiz bir ortamda insanlar, kendilerinin ve ailelerinin can güvenlikleri karşısında hiç bir şey öncelikli değildir ve her şey anlamını yitirir.
Dilerseniz üzücü de olsa, hepimizin bildiği örnekler üzerinden hafızalarımızı tazeleyelim:
Bugün coğrafyamızda yaşanan ardı arkası kesilmeyen büyük göçler haksız vahşi savaş ve işgallerin sonuçları. Bugün olduğu gibi insanlık tarihi, dün de aynı vahşeti defalarca yaşadı. Göğüs göğüse meydan savaşlarından bütün dünyayı cephe hattına çeviren Dünya savaşları savaşın vahşi yüzünü bütün dünyaya göstermiş oldu.
Birinci Dünya Savaşı, milyonlarca insanın ilk kez denenen güçlü silahlarla veya açlık ölümler, göç ve katliamları ile insanlığa ağır bir maliyet çıkarmıştı. Faturanın neredeyse tamamı, bugün hala sıcak çatışmalar yaşanan yakın coğrafyamızdı. Bu savaşın ardından Dünya haritası ve özellikle Müslüman halkların yaşadığı coğrafyada sınırlar yeniden çizilirken paylaşım rövanşı niteliğinde yeni bir Dünya Savaşının da zeminini hazırlıyordu. İkinci Dünya savaşı insan türünü birbirine karşı işlediği en ağır cinayetleri, açlıktan ölümleri, kitle imhalarını, katliamları, nükleer silah denemelerini, göç ve kıyımları yaşatan büyük bir cinayetler zinciri olmuştu. Bizden önceki zamanlarda yaşanan bu savaşların maliyet ve enkazını ancak ve kısmen kitaplardan okuyabiliyor, belgesellerden izleyebiliyoruz. Bizim kuşağın bizzat şahit olduğu ve hafızamızda sıcaklığını koruyan diğer örneklerde savaşın bu çağdaki yüzü, sansürlenen ve görmemiz istenen kadarıyla görülebiliyor. Sonraki dönemlerde Japonya, Vietnam, Kuzey ve Güney Kore, Güney Amerika ve Ortadoğu savaşın yüzyıl süren derin yaralarını taşıyor.
Afganistan’da 1979 Rus işgaliyle başlayan savaş bittiğinde bu defa da kabileler arası çekişmelerle başlayan iç savaş ve ardından halen devam eden kaos dönemi başlamıştı. Bir milyonun üzerinde ölüm, milyonlarca sakat, yüz binlerce yetim ve dul, ülkenin üçte birinin göç etmek zorunda kalması ve bitmeyen psikolojik travmalar… Kısacası tam 40 yıldır Afganistan’da barış sağlanmadı… İstatistiklerde gördüğümüz kadarıyla can kaybı, yaralılar, kalıcı sakatlıklar ve ölçülemeyen diğer zararlar. Bütün bu maliyetlerin, insan hayatı için telafisi imkânsız zararlar olduğunda şüphe yok.
Hemen yanı başımızda yaşanan ve bu yıl sekizinci yılına giren Suriye içsavaşı ibretlerle dolu hazin bir örnek… Savaşların olduğu bölgelerden sağlıklı ve tarafsız haber almak neredeyse imkânsız. Bu da algının yanılmasına yol açıyor. Mesela, Suriye’de ülkenin bir bölümü tam bir sükûnet ve huzur içindeyken diğer kesimlerinde taş üstünde taş kalmadığı bilinmiyor olabilir.
Ancak onlardan bu kadar, çatışmada bunlardan bu kadar kayıp ile birkaç satırla ifade edilen gerçekliklerin içinde büyük dramlar görülemeyebilir. Savaş mağdurlarının da her insanın hayattan bekledikleri sıradan beklentileri vardır.
Mutfaklarında lezzetli yemekler pişen, birbirlerine eş-dost ziyaretlerine gidip gelen, akşamları nehir kıyısında ailesiyle çayını kahvesini yudumlayan, çocuklarını en iyi şartlarda yetiştirmeye çalışan, evlenip yuva kurma hayalleri olan gençlerin hayat standartları bir anda dip yaptı, hayalleri yıkıldı. İnsanlar, ülkeleri harabeye döndüğü için en temel ihtiyaçlarından mahrum bırakıldılar… Savaşın yaşandığı her yerde olduğu gibi Suriye’de de bugün belirli bir bölge dışında güvenlik, sağlık, elektrik, su, iletişim, eğitim hizmetleri kalıcı şekilde çökmüş halde.
Yüz yüze konuştuğumuz savaş mağdurlarından acıklı savaş hatıraları acılarla, mağduriyetlerle dolu. Savaş mağduru aileler, Dünyanın her bir köşesine savrulmuş haldeler. Yıkılmış, parçalanmış hayatlar, aileler, ruhlar… Büyük ihtimalle Türkiye kadar rahat ve güvende oldukları bir yer de yok…
Bütün bu maddi kayıplar dışında, savaş mağduru toplumların aldığı psikolojik hasarlar da devam ediyor. Kadınların ve çocukların sağlık ve eğitimleri oldukça geri kaldığı bir ortamda bir halkın kendi geleceğini yeniden inşa etmesi hayal bile edilemez. Böyle bir ortamda, sağlıklı bir toplum yapısının oluşmasını beklemek hayalden öteye gidemiyor.
Suriye’de yüzbinlerce ölüm, milyon yaralı ve sakattan oluşan bilançoyu veya 12 milyon göçmenin köklerinden koparılarak savrulduğunu detaylarıyla anlatmaya gerek görmüyorum. Ancak bugün bile Suriye’de rejimin hapishanelerinde Dünyanın unuttuğu, işkence ve tecavüz mağduru kadın ve çocukların sayısı onbinleri buluyor. Rejimin savunma adına mahkum kadın ve çocuklara yaptığı zulüm ile terör örgütlerinin kurduğu kadın ve çocuk pazarlarındaki vahşet ve dram arasında insani açıdan hiçbir fark yok. Çünkü mağdurlar, sadece insan ve mazlum oldukları için hiçbir ayrıma uğramadan, kategorize edilmeden korunmaya layıktırlar.
Afganistan ve Suriye gibi Irak ve hatta 20 yıl önce savaştan çıkmış Bosna ve Çeçenistan’da savaşın yaraları taptaze duruyor. Bosna’da yüz yüze görüştüğüm yaşlı bir teyze, Srebrenica katliamı sırasında 16 yaştan 70 yaşa kadar ailesinden eşi, babası ve oğlu dâhil bütün erkeklerin nasıl öldürüldüğünü anlatmıştı. Bu yaşlı kadınla birlikte, tecavüz mağduru diğer kadınların kurduğu bir derneğin yöneticilerinden dinlediğim belgeli ve şahitli olaylar, insanı insanlığından utandıracak, kanını donduracak trajediler… Bu insanların psikolojisini tedavi edebilecek hiçbir ilacın olduğuna inanmıyorum. Ailesinin tamamını savaşta kaybeden bir yetimin ömrü boyunca yaşayacağı eksikleri telafi edecek bir ilaç henüz icat edilmedi. Bu, bütün savaş maliyetleri için de geçerli ve savaş, başlıbaşına dramları üreten bir zemin ve cehennemin aralanan kapısı adeta…
Özetlersek, insanlar, savaşın en ağır bedellerini ödeyerek yıkılmış olan toplum yapısıyla, psikolojik travmalarla ve bölünmüş ailelerle halen bedellerini ödüyorlar. Bundan en fazla da kadın ve çocuklar zarar görüyor. Savaş istenilmemeli, en son çare olarak görülmeli ve kaçınılmalı. Gerektiğinde ise sabırla ve gücünün yettiği kadarıyla gerekenler yapılmalı. Barışın esas, savaşın istisnai olduğu unutulmamalı…