Bu defa Saraybosna, nostalji ve hüznü, mutluluk ve çocuksu bir sevinçle ambalajlayarak sundu bana… Dostları, meslektaşları ve öğrencilerimi görmenin heyecanı, Boşnak, Türk, Afrikalı ve dünyanın farklı yerlerinden cıvıl cıvıl gençler… Onların üzerine kurduğumuz hayaller, ümitler, yeşeren filizler, üç yıl içerisinde Bosna’da yaşadığım bütün hatıralar beni, farklı duygular arasında gezindirdi.
Miljacka nehri, dağlardan eriyen kar sularıyla boz bulanık coşkun akışını her zamanki gibi vakur bir sükûnetle sürdürüyor. Bozulmamış tabiat, uçsuz bucaksız bir orman yeşili, bütün heybetiyle köpürmüş bembeyaz bulutlar ve masmavi gökyüzü insana hoş duygular yaşatıyor.
Son derece tertipli, temiz, iki katlı, kırmızı kiremitli ve “hale münasip” bir avlusu olan yazlık görünümdeki klasik Boşnak evleri, insan merkezli bir yerleşimin nasıl başarılabileceğinin dersini, metropollerin kafası karışık ahalisine veriyor. Hiçbir ev diğerinin manzarasını hoyratça ve saygısızca kapatmıyor. Cadde ve sokaklarda insanı rahatsız eden bir koku, yüksek bir ses ya da ışık kirliliği yok. Çarşıda, pazarda, sokakta kendiliğinden var olagelen içten bir nezaket dikkat çekici.
Pazarda al yanaklı sevimli teyzelerin kendi ürettikleri birbirinden lezzetli ev yapımı (domaçi) ürünler, iç ferahlatan rayihalarıyla bizleri çocukluğumuzun tatlarına uçurup götürüyor. Satıcıların hiçbirisinde mallarını satmanın telaşesi ve yanındaki satıcıyla rekabet etme emaresi gözükmüyor.
Bosna’da hayat da caddelerindeki trafiğin 60 km’lik hız sınırı ölçeğindeki gibi son derece sakin ve yavaş akıyor. Sokakta, caddede, pazarda, marketlerde İstanbul’dan alışageldiğimiz baş döndürücü hızın, acımasız rekabetin olmadığı sakin ve insani uyumu görmek mümkün burada. Metropollerin dipten başlayıp gökyüzüne yükselen vahşi uğultusu da yok.
Artık savaşın üzerinden neredeyse 25 yıl geçti. Bosna’yı artık savaşla değil, güzellikleriyle hatırlamak için geç bile kalındı.
Bosna yaz turizmi için ayrı, kış turizmi için ayrı, tarih ve kültür turizmi için apayrı imkânlar sunuyor. Dağcılık, kayak ve rafting için mükemmel bir ortam hazır.
Başkent Saraybosna, Sosyalist dönemde Balkanlar’ın kültür başkenti olarak kabul ediliyormuş. Klasik, tarihi ve geçen yüzyılın erken dönem çağdaş mimarisinin bütün güzelliklerine aynı anda sahip.
Mimari açıdan, Ferhadiye caddesinden BBI’ya doğru yürürken kendinizi bir Orta Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde hissedebilirsiniz. Başçarşı’da ise Bursa ve Edirne’de…
Başçarşı’daki dükkânlar, bezesten (bedesten), Başçarşı Camii, Begova Camii, Saat Kulesi (Sahat Kula), tabii ki turistlerin önünde hatıra fotoğrafı çektirmek için sıraya girdiği Başçarşı Sebili, sizi birkaç yüzyıl öncesinde zamanın donup kaldığı, ancak hayatın da bütün hızıyla sürdüğü bir film setinin içine çekiyor sanki.
Endülüs mimarisine göre yapılmış ve nehrin hemen kıyısında görkemli bir zarafetle yükselen milli kütüphane, her yanından suların fışkırdığı ve yeşillikler arasında mest olduğumuz Vrelo Bosna muhteşem ve eşine az rastlanır manzaraları gözlerinizin önüne seriyor.
Boşnaklar gururlarına düşkün, dost canlısı ve güvenilir insanlar. Bir cezve kahve ile üç saat “muhabbet” etmeye hazırlar. Bir bardak çay içerek bir kafede on saat oturan bir kişiyi kimse rahatsız etmiyor. Garsonlar, tabağınızdaki yemeği bitirir bitirmez servisi toplama yarışında değiller. Neredeyse bütün restoranlar ve kafeler oldukça zevkli bir tasarımın ürünü…
Bosna’nın imkân ve fırsatlarından belki kısmen haberdarız, fakat bu fırsatların da hızla elden kaçmaya başladığını hatırlatmak gerekiyor. Şehirde üç yıl öncesinde 500 euro olan daire m2 fiyatı, üç yılda üç katına çıkmış durumda. Burada en büyük pay, körfez ülkelerinden işadamları ve girişimciler ile aileleriyle birlikte yeni yaşam alanları arayan insanların. Bu yükseliş trendinin aynı şekilde süreceğini umuyorum.
Bosna Hersek’in içinde kalan Sırp bölgesinde Arapların açtığı büyük bir tesisi (ticari riski üstlenerek) lokanta, dinlenme ve eğlence tesisleriyle kurdukları lunapark bu trendin göstergelerinden… Türkler’in açtığı başarılı firmalar da çok sayıda.
Bosna’yı bu kadarcıkla özetlemek çok güç. Bosna’yı anlatmak, enfes bir yemeğin tadını tanımlamak kadar zor. Ancak yaşanarak anlaşılabilir.
“Aliya’dan hiç bahsetmemiş” diyen okuyucularımı duyar gibiyim… Onu başka bir yazıda anlatma sözü vererek içimde yarım kalmış bu yazıyı şimdilik tamamlayayım…