Üniversiteye başladığımız ilk yıllarda İstanbul’un cadde ve sokaklarını daha titiz gezme fırsatı buluyorduk. İstanbul’u sadece gezmiyor aynı zamanda dinliyorduk. Orhan Veli misali bir dinlemek değil tamamen. İstanbul sokaklarında yapılan müzikal armoni eşliğinde arşınlıyorduk sokakları ve caddeleri. Yalnızca İstiklal Caddesi değil İstanbul’un birçok köşesinden enstrümanların sesleri yükseliyordu. İran kültürüne olan ilgimle de birleşerek santur enstrümanının sesi beni daha fazla içine çekmeye, durup dinlemeye ve düşünmeye sevk etmişti.
Bu zamandan sonra birçok santur virtüözünü dinledim ama bir isim müzisyenliği ve fikir dünyasını notalarına işlemesiyle dikkatimi çekmişti. Bu isim son zamanlarda farklı görüşten birçok isim tarafından beğenilen Sedat Anar. 4-5 yıl önce Sedat Anar ile tanışıp muhabbet etmek ardından hersanat.com için röportaj yapma fırsatı buldum. Santurunun sesi sokakların doğallığından harmanlanarak gönlümüze ulaşıyor olması beni daha fazla içerisine çekti. Santur virtüözü olmak onun yaptığı gibi dünya müziğini takip etmek ve Anadolu irfanını da müziğinde buluşturarak kendi eksenini çizmek gibi aslında. Anar, kendi eksenini çizerken yazmış olduğu kitaplarla da temellendiriyor. 2018 yılında İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Sokakname: Bir Sokak Müzisyeninin Kaleminden’ kitabı çıkmıştı. Birkaç ay önce de Beykoz Belediyesi Kültür Yayınları’ndan ‘Santurnâme: Geçmişten Günümüze Santurun Hikayesi’ adlı kitabı yayınlandı. Bir enstrümanı çalan, onun felsefesini özümseyen sanatçının enstrümanın tarihiyle ilgili araştırmalar yapıp onun tarihini yazması büyük bir adım diye düşünüyorum. Bu adım hem sanatının zekatını vermek adına hem de bir müziğin günümüze gelene kadar nasıl bir birikimden geçtiğini anlamak için çok kıymetli.
‘Santurnâme: Geçmişten Günümüze Santurun Hikayesi’ adlı kitaptan biraz bahsetmek istiyorum. Umarım ilgilisine de biraz kapı aralanır.
Kitap için akademik bir doktora tezi formatında değil ama ciddiyetini ve disiplinini koruyarak yazılmış diyebiliriz. Santurun tarihi; Eski Mısır’dan, Asur ve Babil Uygarlıklarına, Hindistan’a, Çin’e, Eski Türkler’e, Eski Yunanistan’a, Amerika, İran, Irak, Osmanlı ve günümüze kadar uzanan derin bir koridordan geçiyor. Bu koridordan geçerken az bilinen ya da hiç duymadığımız bazı gerçeklerle karşılaşıyoruz.
Nikos Kazancakis’in Zorba’sını birçoğumuz okumuşuzdur. Fakat romanın başkişisi Zorba’nın santura merak sardığını ve Recep Efendi adlı bir Türk’ten santur çalmasını öğrendiğini unutmuş olabiliriz. Batı Edebiyatı’nda da etkisi görülen santurla ilgili bu bilgiler bizi kitabın içerisindeki müthiş resimlerle birlikte karşılıyor.
Osmanlı’da santurun 16. yüzyıldan itibaren çalınan bir enstrüman olduğunu öğrendiğimizde Anadolu halkları içinde etkisinin ne kadar köklü olduğunu algılayabiliriz. III. Ahmet’in sünnet şenliklerini betimleyen bir minyatürde santuru görebiliyoruz. Aynı zamanda Mevlevi ayinlerinin de vazgeçilmez sazı haline geldiğini görüyoruz santurun.
Santur Doğu toplumlarında ve Anadolu’da yüzyıllardır var olmasına rağmen neden kök salamadı sorusu aklımızda dolaşıyor. Sedat Anar kitabında bu soruya karşılık olarak şöyle söylüyor: “Santur, kanun gibi mandalları olmadığı için, sadece belirli bir makamda icra edilir. Bir makamda santur icra eden bir santuri, aynı eserde başka bir makama geçiş yapamaz. Bunu yapabilmesi için durup eşikleri oynatarak makamı değiştirmesi gerekir. Oysa Türk müziği eserlerinde makamlar arası geçişler yoğundur.”
Tüm bu zorluklara rağmen santuru kültürümüzün önemli bir orjini haline getiren yakın geçmişin önemli sanatçıları; Santuri Ethem Bey, Santuri Ziya Bey, Zühtü Bardakoğlu ve Hüsnü Tüzüner’in de emeklerini anlatıyor Anar.
Enderun’da 18 yıl hanendelik yapan Ali Ufki Bey’in yazdığı tekerlemenin efsane bir sitem olması tüm santurilerin gönüllerinin yağını eritiyordur. Ali Ufki Bey, ‘Neyledi Bu Santur Sana’ diyor ve tüm çağların sitemi oluyor. Sedat Anar da bu dizelerin müziğini yapmıştı, dinleyebilirsiniz.
Santurnâme kitabını ve santurun hikayesini daha geniş platformlarda konuşmalı. Kitaba vermiş olduğu emek için Santuri Sedat Anar’ı kutluyorum. Ayrıca Beykoz Belediyesi, birçok kültür sanat yöneticisinin yapmayacağı fedakarlığı yapmış. Ömrünün son yirmi dört yılını Beykoz’da geçiren Santuri Ethem Efendi’ye de bir vefa örneği olan bu kitap için Beykoz Belediye Başkanı Murat Aydın’a da teşekkür ederiz.