Sala miktarı uzayan hecelerin gücü adına: En Güzel Film

Abone Ol

Bir sala miktarı uzamıştı o gece… Minareler süngü idi, miğfere ihtiyaç duymamıştı koca yürekli çılgınlar… Dünyanın bütün çılgınlarını bu memlekete kim topladı, Allah’ını seven söylesin! ‘Ol mâhiler ki derya içredir, deryayı bilmezler’ idik, de bizi kendimize ne getirdi?

Neredeyiz? Kimleyiz? Nereye gidiyoruz? Soru sormayı sevenlerin ülkesinden geliyoruz, malum. Peki, bizi kendimize kim getirdi?

Jean-Luc Godard’ın filmleriyle sosyalistlere hayalini kurdurttuğu destanı Yücel Çakmaklı sahiciliği ve Semih Kaplanoğlu derinliğiyle hayata geçiren güç neydi? Christopher Nolan titizliğiyle örülü senaryoyu, Abbas Kiarüstemi hassasiyetiyle kayda alan organizasyonu kim yönetti?

Hep o sahnede kalır ya aklımız… Film deyince hepimizin aklına gelir. Birbirinden öylesine farklıdır ki dili, üslubu, tarzı… Ve fekat aynı duyguyu bırakıvermiştir yüreğimize… Tarifsizliğin tahrifine aldanmayan, sokağın nabzı ile kalbi atan, teorinin terörizmine teslim olmayan o sahne… Her filmin tek bir şansı, her insanın bir tek sahnesi, her zamanın yegâne hamlesi ve bütün bir insanlık tarihinin tayinidir… Harekete geçirir… Hararet verir… Hâkimiyeti sahibine teslim etmenin yazılı olmayan kanunlarını işleve sokar ve o gün gelir…

Bir sala miktarı uzamıştı o hece… Aklımızdan bir sayı tutalı 20 sene olmuştu. 28 Şubat’ta başlamıştık çılgınlık biriktirmeye. Benim sayım 13’tü. 15’e 2 kala. 3 ile çarpsak 13’ü, 241’i bulana kadar işlemlere devam etsek, sonra 1 çıkarsak, şehadet miktarını bulsak, 28 Şubat’tan 15 Temmuz’a kadar hep birbirinden çıkardığımız umutlarımızı eklesek, kırıklıklarımızı, korkularımızı, azmimizi fekat daha çok ferasetimizi en üste koysak…

Ne çok şey biriktirmişiz 15 Temmuz’a… Tankın önüne yatan ‘imanlı çılgın Türk’ü görünce, Bursa’da başörtüsü eyleminde ayağını kaybeden gencecik kız geldi aklıma. Halil’imizi şehadete götüren gece, mahpus damlarındaki 2920 geceden daha uzundu sanki. Bir Angelopoulos filminin Karaindrou müziği gibi yüreğimize saplanırken son nefesi, sadece birkaç dakika evvel Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda millete zaferi muştulayan ilk kurşunu sıkan Ömer Halisdemir’in iman dolu göğsü gibi serhaddi geri sayımı tamamlamıştı, filmin son sahnesi için…

Erol Olçok ile 16’lık fidanı Abdullah Tayyip, iki sahne arasındaki geçişi sağlayan dijital efektin hakiki renk tonu olmuşlardı. Tankın ezdiği gencecik fidanların canlandırdığı renkle, kadını ve erkeğiyle, genci ve yaşlısıyla Oscar’ı kıskandıran mükâfata koşanlarımız, torunlarımızın gururla bahsedeceği atalarımıza…

Bir Tarkovsky filmindeki baş ağrısı gibi içimizi sızlatan hüznümüzün, yine Tarkovsky filmlerinin bitiminde seneler sonra yerine oturan taşlarının ağırlığı misali umudumuzu beslemesiydi yaşadığımız… Mustafa Cambaz’ın ilk defa fotoğraf makinesiz sokağa çıkışının, kefenin objektife yer vermeyeceği idrakinin tecellisi olduğunu anladığımızda, güzel insanların imanlarının imkânlarını seyreylemeye devam ettiğimiz 16 Temmuz’un ilk saatlerindeki heyecanımızdaki Ahmet Uluçay cinsliğine evrildi istikametimiz.

Ya devlet başa idi! O devlet millete idi. Milletsiz devlet neye yaraya idi! Esas devletimiz imanımız idi! İmansız sinede yürek yük idi!

Avucuna aldı yüreğini 240 yiğit. Onlar öncüler, onlar öndelerdi, onlar ölmedilerdi… Hiç ölselerdi, hala özler miydik direnişi? Bitmeyen direniş yapmışlar be Halil’imiz. Erol Abi, Abdullah Tayyip’i öldüremediler. Ömer’imiz, demir yürekli halisimiz, güzelimiz…

Aydın olmanın masa başında oturmakla olmayacağını gösteren İlhan Varank Abimiz. Yarını aydınlatan gecenin kahramanları, polislerimiz, sivillerimiz, biz’lerimiz…

Bir gün akademisyen olmayı hayal eden Yasin Naci Ağaroğlu kardeşimiz de unvanların en hasını yakasına takarak gülümseyenlerden oldu, o gece… Ve daha niceleri…

Şimdi…

Ölmeyen şehitlerin, bitmeyen filminin yeniden çevriminin başrolleriyle el ele… Bize, namusumuza, toprağımıza, âtîmize ve dahî geçmişimize, miras aldığımız kültürümüze, san’atımıza, seyahatimize, dik duranımıza, sağlam ayağımıza, irademize, yordamımıza, yangınımıza, yalnızlığımıza, kalabalığımıza, vatanımıza…

Senaristlerin en güzeli, senaryoların en kusursuzu, tiyatro ile yetinmeyip sinemayı hayata geçiren Rabb’imiz… Çabamız, duamızdır. Rolünü hakkıyla yerine getiren 240’lara karışan memleket evlatlarının şahidiyiz… -Haddimiz değil fekat adettendir- Hakkımızı helal ediyoruz… Noksanımız neydi ki şehadete yaklaşamadık, düşünmekteyiz. “Akletmez misiniz?” sorusunun peşindeyiz. Bizi bize bırakma Allah’ım…

Sen ne güzel senaristsin Mevla’mız… Bu filmin ‘cast’ında yer alıp da ödül alamamak mümkün mü? Ne audition çekimleri atlattık ömrümüz boyunca, ‘motor’ diyen irade için klaketimizi eskitme imkânı verdiğin için şükürler olsun…

Bir sala miktarı uzayan hecelerin gücü adına; Çanakkale’nin kardeşi Saraçhane, Kut’ül Ammare’nin biraderi Köprü ve Çengelköy, Kılıçarslan’ın askerlerinin torunları Beştepe şehitleri ve Anadolu’yu bize yeniden vatan yapan bütün jönlere, başrollere selam olsun…

Yeni hayatımız mübarek olsun, sala olsun…