Said Nursî müfessir mi?

Abone Ol

Hayır değil! Olamadığından değil elbette… İsteseydi fazlasıyla müfessir olurdu. Nitekim at sırtında, savaş cephesinde yazdı[rdı]ğı İşârâtü’l İ’caz orta yerde. İsteseydi, Bakara 32. âyete kadar getirdiği bu zevkli tefsiri, Nâs’a kadar götürürdü. Belki de başı hiç belaya girmezdi. Ne hapsedilir ne sürgüne gönderilirdi. Belki…

Başka, bambaşka bir şey yapmak istedi Said Nursî. Kur’ân’la ilişkisini ‘profesyonel’ uzaklıkta sürdürmek yerine, susamışın suyu arayışı gibi ‘ihtiyaç’ eksenine taşıdı. Vahyin yükselttiği insan seslerini duyarak yazdı, ‘amatör’ ilişkiyi seçti. Âyetlere uzaktan bakan teknik tefsir yaklaşımı yerine, âyetlerle yüzleşmeyi tercih eden bir iç akışa bıraktı kalbini. Şefkatli bir bilge olarak yürüdü yanımızda. Bizimle beraber düşüp kalktı.

Okuyalım şimdi:

Eğer bir yaşındaki bir çocuğun aklı bulunsa ve ondan sual edilse, “En leziz ve en tatlı hâletin nedir?” Bel[li]ki diyecek: “Aczimi, zaafımı anlayıp validemin tatlı tokadından korkarak yine validemin şefkatli sinesine sığındığım hâlettir.”

Said Nursî, bu müthiş empatik cümleyi “Biz Allah’a aitiz ve O’na dönmekteyiz” mealli ayetinin atmosferinde keşfediyor. Âyetin anlam nehrindeki insanî çağıltıyı duyuruyor bize. Ben de duyuyorum şimdi âyetin dip akıntısını. Duyumsayabiliyorum. Nicedir içimin içinde bir yerde akarmış o cümle. Ömrümün yatağında sessizce çağıldayan berrak dere gibi. Ömrümün sonuna yaklaştığım şu günlerde, pişmanlıklara sarılı ömrümü siyah, simsiyah nokta diye bu cümlenin sonuna koymaya hazırım.

Üstad’ın ‘din adamı’ ‘İslam âlimi’ yahut ‘müfessir’ sıfatıyla yazdığı şeyler değildir Risale-i Nur. İç sesimizi duyan, utangaç sızılarımıza ses olmak üzere mürekkebini kalbinden damıtan sade bir insanın hayat notları. Çünkü her cümleyi, her ifadeyi, her kelimeyi izlediğinde kalbine varıyor insan, vicdanına dokunuyor.

Bir daha düşünelim bu Yedinci Söz cümlesini. Söylenecek şey mi bu şimdi? Sen tut, yetişkin, aklı başında muhatabını, bir çocuğun hâlet-i ruhiyesini hissetmeye çağır. Âlim yapmaz bunu. Tefsir tekniğine gelmez bu ifade.

Başka, bambaşka bir şey var burada. Adını koyalım ya da koymayalım; bu başkalığı anlamayı vicdanımızın borç hanesine kaydedelim. Buradan bakmadıkça Said Nursi’ye, Said Nursi’nin sahiden neyimiz olduğunu anlayamayacağız. Buradan bakmayı unutmuşlara da Risale-i Nur’u sadece tekrar eden nakilciler olarak, alıntılamakla yetinen ezberciler olarak anılacağız.

Yürüyelim biraz… Bu cümlenin çağırdığı yatakta akmayı deneyelim. İç/ten alıntılar yapalım, sağa sola bakmadan, içimizin içini yoklayalım.  Rahmetin kucağına nasıl akarmış insan; duyumsayalım. N’olur inanın; her şeyden acil olanı bu… Her şeyden…