Hayatın geçiciliğini ve uzun bir yolculukta bir gölgeliğin altında dinlenen yolcu gibi olduğumuzu bazen unutuyoruz. Hastalıklar ve ölümler insana her şeye gücü yeten bir muktedir olmadığını fani olduğunu bütün acımasızlığıyla hatırlatıyor.
Eskiler bu geçiciliği hatırlatmak üzere ince bir dil kullanmışlar. “Ebedi yurt” (Darı Beka, sonsuz yurt, ev) demişler ve ölümün son değil, sonsuzluk olduğunu ve yeni bir hayatın başlangıcı olduğunu bu kelimelerin arasına sıkıştırmışlar.
“Ölüm”, çoğu zaman “rahmet” ifadesiyle yani merhamet, şefkat, acıma ile yan yana kullanılmış. Ebediyet diyerek sonsuzluğa giden kapı olarak tasvir edilmiş… “İrtihal” denilerek bir göç yolculuğu ve yer değişikliği çağrıştırılmış. Bir başka ifadeyle, onun soğuk ve acı yüzü sürekli yumuşatılarak sunulmuş. Yaşadıkça şahit olduğumuz her göç, bize bu geçiciliği en can yakıcı haliyle hatırlatıyor.
Dün akşamüstü, baba dostumuz olan temiz yürekli yiğit bir insanı kaybettiğimizin haberini aldık. 30 Kasım 2007 tarihinde Isparta Atlas Jet kazasında anne ve babamı ebedi hayata uğurlamıştık. Hasan Yaşar Amca, babamın adı her geçtiğinde gözyaşlarını tutamaz ve bize sarılıp ağlardı. Ne kadar enteresandır ki ebeveynimin vefatının yıl dönümünde aynı güne denk gelecek şekilde 30 Kasım’da ruhunu teslim etti. Şimdi böyle dostlukları devam ettirmeye çalışan bizler kendimizi biraz ayrıcalıklı hissediyoruz. Ancak böyle dostluklar ne kadar da azaldı değil mi?
Hasan Amca’yı da ebediyete uğurladık. Cuma sonrasında cenaze namazına aynen anne-babamın cenazesindeki gibi binlerce insan katıldı, lehine şahitlik etti ve dua ettiler.
Aslında Hasan Amca’nın şahsında kendi babamın ve akranlarının hayat mücadelesini görüyorum:
Birçok akranı gibi memleketinden İstanbul’a gelerek verdikleri hayat mücadelesi; bu mücadelenin içerisinde ailesinin rızkının peşinde koşan, gördüğü yanlışlıkları eliyle, diliyle düzeltmeye çalışan, zararsız ve yürekli temiz bir insan profili…
O kuşağın hafızasında 1940’ların, 50’lerin Türkiye’si ve ülkenin içinden geçtiği ağır şartlarla birlikte gelişmiş bir sabır ve kanaatkârlık saklıydı.
Hasan Amca dokuma tezgâhlarının 200 kiloluk parçalarını kaldıracak kadar güçlü, birbirini öldürmek üzere kavga eden insanların arasına yalın yürek dalıp ayıracak kadar yiğit; çocuklarına helal rızık getirmek için en ağır işlerde çalışacak kadar haysiyetine düşkün; yitirdiği dostlarını hatırladığında bir çocuk masumiyetiyle ağlayacak kadar temiz kalpli bir insan. O kuşağın lügatinde zorluk diye bir kavram yoktu herhalde. Şükürle her an yenilenen ve sabır ateşinde pişerek hayatı yaşamış olan insanlar onlar.
Hasan Amca sekiz aydır ağır bir hastalık çekiyordu. En ağır sancıları, isyan etmeden ve büyük bir teslimiyet ile atlatıyordu. En son ziyaretine gittiğimde, ağır morfin tesiri altında hayatının artık bir rutinine dönüşmüş olan abdest ve namazın farzlarını bilinçaltına kadar işleyen hareketlerle eda ediyordu. Dün gece, yaşamasına uygun bir şekilde, ruhunu şehadetler eşliğinde teslim etmiş.
Hayat, gözlemleyip anlayabilenler için büyük dersler ve ibretleri içinde tutuyor. Herhalde bu hayatta, yaşadıkça en güçlü olduğumuzu düşündüğümüz yerlerden sınavın soruları daha çok çıkıyor.
Yine ağır bir hastalık sonucunda kaybettiğim dayımı hatırlıyorum. Bir zamanlar, kimsenin meydan okumaya cesaret edemediği adaleli vücudu, Hasan amca gibi eriyip gitmişti. Bu insanlar, belki kendileri için en ağır gelecek bir imtihanda bedenleri küçük bir çocuğun bedeni kadar kalana dek eriyordu. Dayım da asla isyan etmeden, ruhunu büyük bir sükûn ile sonsuz hayatın kapısını aralayarak teslim etmişti.
Bedenlerimiz, gücümüz, güzelliğimiz, zenginliğimiz ve burada dünya adına biriktirdiklerimiz ölüm kapısından geçerken geride kalıveriyor bir anda.
Ne götürebiliyoruz? Şairin dediği gibi:
“Ey hâce senden ne zer ü sim isterler
Yevme la yenfeu’da bir kalb-i selim” isterler. Yani, “Ey hoca, altın, gümüş değil, kimsenin kimseye faydasının olmayacağı o günde senden yalnızca temiz ve huzur içinde bir kalp getirmen beklenir” diyor.
Evi, akrabalarıyla, sevenleriyle dolarken herkes resmi işlemler ve diğer yapılması gereken işleri elinden geldiğince yapmaya çalışarak; ailenin yükünü ve acısını paylaşarak sıkıntılarını azaltmanın telaşesi içindeydi. Geniş aile çevresi, çocuklar, akrabalık bağları, sevenlerinin olması ve diğer sosyal bağlar bu günlerde daha bir önemli oluyor.
Küçümsediğimiz “gelenek” her fırsatta kendisinin yitirildiği ortamlarda, tek başına can veren, evinin bir köşesine itilmiş ve saygı görmeyen yaşlıları, cenazeyi taşıyacak insanın bulunamadığı cenaze merasimlerini, cenaze ortadayken miras kavgası yapan hal/yol/usul bilmez, kültürsüz ve geleneksiz yığınların içler acısı halini hatırlatıyor.
Hasan Amca, kendisi gibi yaşayan birçok insan gibi kısmetliler arasında. Ardından onu hayır ve iyilikleriyle anan, hatırasını sahiplenen çocukları, yakınları ve sevenleri var.
Hasan Amca vesilesiyle, 10 yıl önce bugün Atlas Jet kazasında kaybetmiş olduğum anne-babamın ve bu satırları okuyan okuyucuların bütün geçmişlerinin ruhlarının şad olmasını Allah’tan diliyorum…