Geçenlerde, sosyal medyada Tolstoy’un bir görüntüsü yayınlandı. Bir çiftlikte arkadaşlarıyla yürüyüş yapıyor. Onlara bir şeyler anlatıyor. Sözün bir yerinde, “Şimdi, zamana dahil değildir” diyor.
Biz, “şimdi”nin “şu an” gibi zamana dahil olduğuna iman etmişizdir. Tıpkı dün, yarın gibi… Ama Tolstoy, şimdinin o an yaşandığını, daha sonra zamana dahil olacağını söylüyor.
Üzerinde düşünülmesi gereken bir durum…
“İnsan Ne İle Yaşar” kitabındaki “Üç Soru” meseli, “Hayatta en önemli an şimdidir, en gerekli olan kişi yanındaki kişi ve en önemli uğraş ise iyiliktir” cümlesiyle biter.
Yazının başlığına dönelim…
Saçmalamak acaba gerçekten iyi midir, iyilik midir?
Sürekli bir iyilik umudumuz var. Öyleyse sürekli umutlu olmak bir saçmalama hali midir?
İbn Hazm “Güvercin Gerdanlığı”nda tersinden bakarak, “Umutsuzluğu kendime bir kale burcu ve bir zırh yaptım; böylece hiçbir zaman zulüm giysisini giyemedim. Benim için kendi kurtuluşumu sağlayan küçük şeyler benim dışımda geriye kalan tüm öteki insanların kurtuluşundan daha önemlidir.”
Nobel ve Pulitzer ödülü sahibi William Faulkner’in, 1951’de, kızının mezuniyet töreninde “insanlık” üzerine yaptığı kısa ve çarpıcı konuşmanın deşifresini okudum. Tolstoy ve İbn Hazm’dan çok farklı değil…
Öyle ki, aslında temel insanlık problemlerinin binlerce yıldır aynı olduğunu güncel politikalar üzerinden çok çarpıcı biçimde dile getiriyor. Yani saçmalıklarımızın hiç değişmediğini…
“Korku” diyor Faulkner…
“Bugün bizi asıl tehdit eden şey korkudur. Ne atom bombası ne de atom bombasının ortaya çıkardığı korku. Bugün buraya bir atom bombası atılsa yapabileceği tek şey bizi öldürmektir. Ancak bunun hiçbir önemi yok. Zira bizi bu yolla öldürerek üzerimizdeki biricik güçlerinden yoksun kalmış olurlar: Kendilerinden korkmamız…”
Sonra iktidar sahiplerini, korku yayıcıları… Onların hedeflerini çok didaktik biçimde sakin sakin anlatıyor:
“Bugün dünyanın farklı yerlerinde insanların ruhlarını ve kişiliklerini çalarak onları düşünmeyen yığınlara indirgemek için korkuyu kullanan iktidarlar var. İnsanları hak etmedikleri bedava yemekler vererek, çalışarak kazanamadıkları değersiz paralarla besleyerek, korkuya ve rüşvete alıştırıyorlar. Dünyayı değiştirmek huzur ve güvenliği tesis etmek istiyorsak, işte karşısında direnmemiz gereken şey budur.”
William Faulkner, insanlığı kurtaracak olan(ların) yine bu yığınlar arasından çıkabileceğini söylüyor. Umutla ve inatla… Çünkü insanı, Tanrı’nın iradesi olarak görüyor. İnsanın, doğruyu yanlıştan ayırabilme isteği ve gücüne sahip olduğunun altını çiziyor.
Bu çok değerli bir yaklaşım…
İnsanı merkeze alan, tıpkı Nuri Pakdil gibi “İnsan, seni savunuyorum sana karşı” diyalektiğine bağlı kalan yazar, o yüzden “İnsan kendini kurtarabilir, zira kurtarılmaya değerdir” diyor.
Şöyle bitiriyor:
“İnsanlar; kadın ve erkek olarak kandırılmayı ve korkutulmayı ya da adaletle adaletsizlik, korkaklıkla cesaret, fedakârlıkla açgözlülük, merhametle hilekârlık arasında tercih yapma hak ve görevinden mahrum bırakılmayı mutlaka reddedecektir. Ben sadece insanın adaletsizlikten, açgözlülükten ve aldatmacadan uzak olma hakkına değil, aynı zamanda insanın adaleti, doğruluğu, merhameti ve şefkati bulma sorumluluğuna da yürekten inanıyorum. Bu nedenle adaletsizlik, açgözlülük ve yalan karşısında dürüstlüğü, doğruyu ve merhameti savunmak için sesinizi yükseltmekten asla korkmayın.”
Bu kısacık metnin içindeki bütün kavramları tek tek sıralar isek bir yere çıkarız: İnsana…
İnsan, saçmalayarak yaşar…
Saçmalayarak yaşlanır…
Saçmalayarak ölür…
Çünkü hayatın kendisi çoğu zaman saçmalamanın ta kendisidir.
O yüzden saçmalamak iyidir…