Toplumun en hassas noktası beslenme. Ülkenin en stratejik sektörü ise gıda.
Lokantalar, baklavacılar, restoranlar, kafeler, büfeler, pastaneler… Bunlar, yeme içme sektöründe faaliyet yürüten işletme çeşitleri. Gıda sektörünün önemli figürlerinden.
Maalesef bugün iki olumsuz durumla gündemdeler! Birincisi fahiş fiyat uygulamaları, ikincisi ise taklit ve tağşiş listesinde yer almaları.
Bu iki sebep müşterinin lokanta ve restoranlardan elini ayağını çekmesine sebep oldu. Zorunlu hâller dışında dışarıda yemek yeme alışkanlıkları değişiyor.
Evet!
Durum buraya geldi. Artık insanlar dışarıda misafir ağırlayamıyor.
Pandemi süreciyle birlikte evde misafir ağırlama bitmişti. Fahiş fiyatlarla da dışarıda misafir ağırlama bitti. Kısacası misafir ağırlama olayı sizlere ömür!
Demem o ki ekonomik zulümler sadece cebimize dadanmıyor, sadece kasamızı ve kesemizi boşaltmıyor; geleneklerimizi, kültürümüzü de yakıp yıkıyor.
İşin sosyal etkileri ve gelenek tarafı bir yana, sektör temsilcileri “her üç müşteriden birini kaybettiklerini” ifade ediyor ve meslektaşlarına “hijyen” uyarısı yapıyor, “fiyatları sabitleme” çağrısında bulunuyor.
Turizm Restoran Yatırımcıları Derneği Başkanı Kaya Demirer’e göre işletmeler her üç müşteriden birini kaybetti. Demirer, yeme içme mekânlarına yılbaşına kadar fiyatları sabit tutma çağrısı yapıyor. Peki, bu çağrı sektörde karşılık bulur mu?
Doğrusu zor!
Zaman gösterecek…
O zaman esas soruyu soralım: Sabit fiyat uygulaması kaçan müşteriyi geri getirmeye yetecek mi? Bence artık çok geç!
Peki!
Kaçan müşteriyi nasıl geri getirebilirsiniz? Sektör temsilcileri olarak buna kafa yormalısınız. Fiyat politikası tek başına neden olmaktan çıktı. Artık mutfaktan gelen kokular da insanların kaçmasına sebep oluyor.
İşletmeler maliyetler artınca menülerin zamlandığını savunsa da gerçekler biraz farklı! Yaşadıklarımız, fiyatların dörde hatta beşe katlamasının sadece maliyetle ilgili olmadığını gösteriyor. Aynı şekilde müşteri kaybını da sadece fahiş fiyatla izah etmek çok zor. Ham madde tedariki, gıda güvenliği, taklit ve tağşiş gibi konular müşterinin kaçmasında önemli etkiye sahip. Tabii tüketicinin satın alma gücünde yaşadığı zayıflamayı da unutmamak gerekir.
Özetle, gıda güvenliğinde yaşanan soru işaretlerine fahiş fiyat uygulaması da eklenince olanlar oldu. Yeme içme sektörü âdeta can çekişiyor.
Gerek gıda güvenliği meselesinde gerekse fahiş fiyat uygulamasında işi maliyet artışlarıyla izah etmek eksik ve yersiz olacaktır. Gelişmelerden, bunun bir zihniyet meselesi olduğunu anlıyoruz.
Türkiye’yi doğudan batıya, güneyden kuzeye tarayın; inanılmaz bir fiyat istikrarsızlığı yaşandığını göreceksiniz. Hem fiyat istikrarsızlığı hem denetim yetersizliği hem de ürün kalitesi anlamında bir problem yumağıyla karşı karşıyayız.
Yol üstü yeme içme mekânlarında ise tamamen “gelgeç” psikolojisi hâkim, fiyatlar evlere şenlik, ürün sunumu çok kötü, lezzeti mumla arıyorsunuz!
Fiyat uçurumunu sadece maliyetlerle izah edemeyiz; fırsatçılık, kanaatsizlik, denetim noksanlığı, kayıt dışılık, gıda güvenliği ihlalleri, yetişmiş eleman istihdamı eksikliği gibi konular belirleyici başlıklar olarak öne çıkıyor.
Örneğin Sakarya’da 125 gramlık bir porsiyon köfteye 350 lira öderken Çorum’da aynı gramajlı bir köfteyi 190 liraya yiyebiliyorsunuz; yanında ezmesi, salatası da ikram ediliyor. Çay ikramı da bütün bu uygulamanın cilası gibi oluyor.
Bir başka örnek…
Aynı gramajlı yaprak döneri İstanbul’da 800 liraya sipariş ederken dönerin başkenti Erzincan’da 240 liraya afiyetle yiyebiliyorsunuz.
Kuru fasulye-pilav ikilisinin 120 lira ile 400 lira aralığında satılmasını hangi mazeretle izah edebiliriz?
Standart bir porsiyon mercimek çorbasını 60 lira ile 180 lira arasında tüketebileceğiniz bir serbest piyasa kandırmacasından bahsediyorum. Millî içeceğimiz olan bir bardak çay 15 lira ile 50 lira aralığında satılabiliyor. Bu, marka dayatmasından başka bir şey değildir; fırsatçılıktır, zulümdür!