15 Temmuz katliamına iktidarın tiyatrosu diyen, teröristlerin çekinmeden destek verdiği adalet kisveli hıyanet yürüyüşleri düzenleyen ve daha kitaplık çapta birçok rezaleti olan Kılıçdaroğlu; iç ve dış düşman kürsülerine verdiği bariz destekten geri durmuyor…
Yine, reklamını yapıp piyasaya sürmediği tonlarca hayali belgelerden bir demet sundu kendisi. Yine, ucuz yolsuzluk numaralarıyla kaosa yol açmaya çalıştı. Hem de afacanca bir zamanlamayla…
Her zaman olduğu gibi “gayrimilli şer unsurları’’ tarafından şahsına verilen görevi icra ediyor. Şevkle ve utanmadan…
Kılıçdaroğlu’nun rutin iftiralarından ve bu iftiralara bel bağlayıp Türkiye’yi kendi çukuruna çekmeye çalışan kanı bozuklardan ziyade, “kadına karşı şiddet’’ bahsine değinmek istiyorum bu hafta.
Çünkü böylesine mühim bir meselede bile, klasikleşmiş sözde duyar fırtınalarıyla, belli başlı inanç ve fikir zümreleri psikolojik şiddete maruz kalıyor.
Kültürel iktidarı ve kültürel iktidarın biçimlendirdiği toplumsal algıyı; seçici geçirgen ve bukalemun gibi her an görünüm değiştirebilen bir zarla çevrelenmiş daire olarak düşünün. Fıtratına uyanı içine alıyor, uymayanı zarın dışına itiyor. Sonra da zarın dışına ittiğini, kustuğu irin tabakalarıyla kirletmeye çalışıyor.
Hayatını belli inançlar çerçevesinde sürdürenler ve kültürel iktidarın kronik biçimde karşı çıktığı ideolojik fikirleri benimseyenler; işte bu adi çemberin dışına itilip üzerine pislik atılanlardır.
Ve bu çember, çeşitli yayın organlarını, siyasetçileri, sanatçıları, gazetecileri, sivil halkın bir kısmını içinde barındırır. Bu elemanlar kanalıyla işlevini sürdürür.
Kadına şiddet mevzuu da bu itiş-çekiş mekanizmasının keyfî doğrultusunda hacim bulur.
Çerçeve şudur:
Her türlü sosyo-politik kanalda kadına şiddet belası işlenir. Fakat araya muhakkak ilgili kişi ve olayları bağlayan dinî figürler katıştırılır. Şiddet uygulayana bazen de şiddete maruz kalana cehalet yaftası vurulur, bu cehalet her fırsatta siyasi reflekslerle ve ideolojik kanaatlerle özdeşleştirilir. Yetmez, inancın asli unsurlarına saldırılır, inançlı olanların inanışında kadına şiddete müsamaha gösterildiği yalanı uydurulur. Kadına şiddetin yalnızca inançlı zümrelerde (bilhassa -onlara göre- radikal Müslümanlarda) ve lokal politik sosyolojide cahil yandaşlar şeklinde kodlanmış kitlelerde zuhur ettiği imajı ortaya konur. Bu grupların dışındaki modern/laik oluşumlarda böyle bir haysiyetsizlik asla tezahür edemez algısı yaygınlaştırılır. Tezahür ederse de görmezden gelinir, unutulur yahut kılıf uydurulur. Kadına şiddet acizliği, yalnızca Türkiye’nin bir sorunuymuş gibi gösterilir. Aslında bunun da ana sebebi, yıllardır siyasi çapta Türkiye’yi yönetememeleridir. Daha doğrusu sömürememeleri…
Hülasa, mezkûr çember ve o çemberin kalbi olan elemanlar; “kadına şiddet’’ gibi evrensel bir insanlık sorununa bile dikkat çekerken ahlaksız, ırkçı, saygısız ve yalancı bir kimliğe bürünürler. Üstelik o kimliği ifşa edenleri de belirledikleri insan modelinin dışında tutar ve linç ederler. Zira bu azınlığın asıl derdi kadın vatandaşlarımızın gördüğü zulüm değil, bu zulümden, yaşam standartlarını ve toplumsal hiyerarşilerini yükseltecek kazanımlar üretmektir.