Nehirler tarihi ne de çok şey söyler insana; savaşlar, ticaret, tarım, sınır sorunları ve daha niceleriyle ilgili.
Nehir boyları medeniyet çiçeklenmelerinin başladığı yerlerdir.
Denizlerden onları ayıran çok üstün vasıfları vardır çünkü.
Tuzlu deniz sularının veremediği nice şeyler vardır onun tatlı sularında.
Bugün dünyanın en önemli şehirlerinin tam ortasından geçen devasa nehirler her şeyin tanığıdırlar; kendi gerçeklikleri adına da.
Hatta medeniyetin kalbinin ilk attığı yerin adı olan Mezopotamya sözcüğü bile, Yunanca mesos: “orta” ve potamos: “ırmak” sözcüklerinden türetilmiştir ve Fırat ile Dicle nehirlerine gönderme yapar.
Nehirler sadece yaşamı değil, ticareti de karaların göbeğine, en iç derinliklerine aktaran ilk otobanlardır tabir yerindeyse.
Bu yazının ilhamı da yine bir nehir olan Rubicon’dur ilginç hikâyesiyle.
Tarihe damgasını vurmuş nehirlerden biridir çünkü.
Romalı generallerin askerleriyle geçemedikleri bir nehirdir Rubicon.
Zira, geçmeleri hâlinde İtalya’ya yürümüş ve bir iç savaşı başlatmış olurlardı.
Tabiri caiz ise ok yaydan çıkmış olurdu geriye dönüşü olmayan bir yolda.
Bugünlerde de yaşanan savaşlar ve çekişmeler sebebiyle adından çok söz ettiren nehirler var tıpkı geçmişte olduğu gibi.
Durum böyle olunca zihnim bir birleştirme yaptı ve nehirlerin hakkını teslim etme fikri oluştu.
Satır aralarında kalamayacak kadar önemli işlevleri vardı zira.
Öyle zannediyorum ki sizlerin kafalarında da ne hikâyeler, fikirler canlandı şimdi.
Öyle ya Ukrayna-Rusya Savaşı’nda Dinyeper Nehri, İsrail-Lübnan hattında Litani Nehri çekişmelerin tam ortasında duruyor ve her gün onlarca kez adını duyuyoruz.
İsrail’in arzımevut fikrinin sınırlarını da yine bu nehirler belirlediği için, bayraklarında da sembolize edilmişlerdir.
Tevrat‟ta yaratılışın hikâyesinde ise ikiz nehirler olarak tanımlanan Fırat ve Dicle, İbranice “Hiddekel” olarak tanımlanmıştır.
Nehirler elbette dost ve düşman hattını da çizmişlerdir bugün olduğu gibi tarihte de.
Ama hiçbirinin nehir olarak hakkını teslim etmiyoruz.
Türkiye’nin Suriye topraklarında çizdiği hatta ise Fırat Nehri var.
Tarihçi Herodot da “Kilikia ve Ermenistan arasında sınır, içinde gemilerin yüzebildiği bir ırmaktır ki adı Fırat‟tır…” diye söz eder ondan.
Pek çok ülkenin arasını da nehirler bulmuş; sanki doğal bir ara bulucu gibi.
Sınır aşan ve sınır olan nehirler dünyanın her yerinde sadece insanları ya da eşyaları taşımıyorlar; Çoruh, Asi ya da Meriç gibi.
Onlar kültürü, inancı, dili ve daha pek çok değeri de taşıyorlar kültürler arasında.
Tek başına üzerine tezler yazılacak, yazılmış nehirler var mesela; Nil, Fırat, Dicle, Tuna gibi…
Kutsanmış, şiirlere konu olmuş, ticaretin kalbinin attığı nice nehirler var; Sakarya, Tuna, Ganj ve İndus gibi…
Nehirler paylaşılması zor kıymetlerdir.
Sağladıkları tatlı su imkânlarıyla hayatın temel kaynağıdırlar.
Sadece denizlerin, göllerin ve barajların değil; akan her şeydeki gibi dinamizmin, hareketin, dönüşümün dinamosudurlar tartışmasız.
Oldukça mümbit olan bu konunun hakkını kısa bir yazıda elbette veremem.
Zira yazmaya karar verdiğimde de altından kalkılması zor bir müktesebat olduğunu fark ettim.
O kadar çok yönü ve bileşeni var ki nehirler tarihinin.
Pek çok yönüyle akademik çalışmaları çok daha fazla hak ediyor gibi.
Bizden ise şimdilik sadece bu kısa tadımlık yazı olsun meraklılarına…