Liyakat son zamanların en çok konuşulan kavramlarından birisi. Ve herkes inanılmaz düzeyde liyakati savunuyor ve önemine inanıyor. Liyakatsiz olmayacağını hatta liyakatsiz insanlara görev verildiğinde kıyameti beklememiz gerektiğiniz hadisten mülhem yapıştırıveriyorlar.
Peki uygulama nasıl? Ya da nalıncı keseri elinde bulunduranların yontuşu nereyedir? Ve bu yontuşta doyum noktası neresidir?
Liyakat kavramı son günlerde Alev Alatlı’nın ‘Liyakati çözersek 21. yüzyıl Türklerin yüzyılı olur’ başlığı ile öne çıkarılan haberinden sonra daha da bir önem kazandı sanki.
Alatlı; “Şimdi tabii ‘liyakat’ deyip durmakla olmuyor. Bizi milletçe kahreden olumsuzlukların ezici çoğunluğunun liyakat eksikliğinden kaynaklandığını iddia eden bencileyin biriyseniz, sorunu gidermek için yapılması gerekenler üzerinde düşüneceksiniz.
Aynı şekilde, Başkan Erdoğan’dan, daha doğrusu iktidardan milli eğitimi ihya etmesini talep ediyorsanız, üşenmeyecek ‘Nasıl?’ sorusuna siz de kafa yoracaksınız. Eğitim sistemleri boşlukta oluşmazlar çünkü.
Toplumu meydana getiren resmî, gayriresmî tüm kurum ve kuruluşların bilgi ve hassasiyetleri doğrultusunda ve seferberlik boyutlarında ortak gayretinin ürünleridir.
Kenara çekilip, hataları sayıp dökmekle yetinmeyecek, katkıda bulunacaksınız.” şeklinde eleştirene yükümlülük de ortaya koyarak konunun ne kadar derin görülmesi gerektiğine tekrar dikkat çekiyor.
İşin ehline verilmesi, liyakatin önemsenmesi hususunda önümüzde çok ciddi örnekler vardır. Biricik örneğimiz ve önderimiz Peygamber Efendimiz (sav) de Mekke’nin fethinden sonra Kâbe’nin anahtarının kime emanet edileceği hususundaki örnekliği liyakat için hakikaten ana çizgi niteliğindedir.
Peygamber Efendimiz Kâbe’nin anahtarlarının getirilmesini ister. Bu görevi bilindiği gibi Hz. Ali’ye verir.
Hz. Ali, Osman Bin Talhâ’yı bulur. Anahtarları ister. Osman Bin Talhâ anahtarları vermeyi kabul etmez. “Kâbe’nin anahtarlarının yıllardır kendi soylarında olduğunu ve Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanmadığını” söyler. Hz. Ali ısrar eder. Osman Bin Talha vermemekte direnir. Hz. Ali, Osman Bin Talhâ’nın elini sıkar, canını yakarak anahtarları zorla elinden alır.
Hz. Ali, anahtarları alarak, Peygamber Efendimiz’in yanına gelir. Hz. Peygamber’e anahtarları uzatır. Hz. Peygamber anahtarları Hz. Ali’den teslim alır.
Hz. Muhammed, anahtarı tekrar Hz. Ali’ye uzatır ve şöyle söyler: “Ali, bu anahtarları git Osman Bin Talhâ’ya teslim et.” Hz. Ali şaşırır ve sorar:
“Ey Allah’ın Resulü, az önce emrinizle gittim, anahtarları aldım, getirdim size teslim ettim. Şimdi de emrinizle aynı şahsa anahtarları teslim etmemi emir buyurdunuz. Bunun hikmeti nedir ki?”
Peygamber Efendimiz şöyle söyler:
“Ya Ali, sen anahtarları yolda bana getirirken, Yüce Allah, dostum Cibril ile bana vahiy gönderdi: “EMANETİ EHLİNE VERİNİZ!”
Kâbe’nin anahtarları uzun yıllardır Osman Bin Talhâ ve soyundadır. Onlar Kâbe’nin nasıl temizleneceğini, nasıl sahip çıkılacağını çok iyi bilirler. Emanetin ehilleri onlardır. Bu Allah buyruğudur: “Git ve teslim et!”
Referans CV’lerin en alt kısmında yer alır. Neden en üstünde değil de alt kısmında mesela?
CV yani hayat özeti senin yapıp etmelerin, tecrübeleri, ilgi alanlarının ve kendince ‘Ben buyum’ demenin bir özetidir.
Buyum dersin sonra referans devreye girer hem der ki evet gerçekten budur hem de der ki ayrıca şudur.
Referans, kişinin bir yerle olan organik bağından öte mevcut işle ilgili sıkı sıkıya olan organik bağa olan şahitliğidir.
Hayat hikâyesi “Bizdendir” şeklinde özetleniyorsa ya da sadece bizdendir demekle liyakat hükmüne yetiyorsa bu durumu değiştirmek için çok çalışmamız gereklidir.