“Raşid Toplum”u oluşturabilmek

Abone Ol

Müslümanlar’ın bağlılık gösterdiği şey hâlâ aşiret (boy, klan) veya devlet olmaya devam etmektedir. Çünkü henüz İslam düşüncesini ve evrenselliği içselleştirememişlerdir. Esasında bu sorun Müslümanlar’a has bir durum da değildir. Bilakis bu sorun küreseldir. Zira demokrasi de kavmiyetçiliği aşabilmiş değildir. Bir de insanlık tarihini entelektüel gelişim ve ilerleme açısından ele alan ve tüm insanları tek millet olarak gören bir yaklaşım mevcuttur ki, ben bunları dünyadaki en modern fikre sahip grup olarak telakki ediyorum.

Bu söylemimden dolayı canları sıkılan Müslümanlar elbette olacaktır. Çünkü onlar zaten evrensellik ilkesini benimsediklerini düşünüyorlar. Ancak dünyayı kendi aşiretlerinin yönetmesi şartıyla! Sade bir vatandaş ya da diğer tüm insanlarla eşit bir insan olmak, henüz onların alışkın olduğu bir bahis değildir.

İslam tarihi boyunca toplumu yönetenlerle onların fakihleri, toplumsal değişimin ilkelerini insanlara göstermeyi çıkarlarına uygun bulmamıştır. Yeni bir yönetici nasıl ortaya çıkabilir? Raşid/doğru/olgun bir toplumu nasıl inşa edebilir? Bu gibi sorular hep sessizce geçiştirilmiştir. Bu konuları (ilkeleri ve çerçevesi olmayan) saydam bir hale getirip “Allah’ın iradesi”ne bağlamakla yetindiler. İktidarı dilediğine veren ve dilediğinden çekip alan O’dur[1], bize “ulü’l-emre itaat”ten[2] başkası düşmez, demeyi yeterli buldular.

Müslümanlar raşid toplumu inşa yöntemini henüz yeterince analiz etmiş olmadığı gibi bu konudaki söylemlere de yeterince kulak kabartmış değildir. Çünkü iktidarın verasetle/babadan oğula geçerek ya da güç yoluyla, en iyimser yorumla bazen de tesadüfen/kazayla el değiştirdiğine kani olmuşlardır. Oysa Rasulullah’ın (sas) sireti/hayatı ve nübüvvet dönemi raşid toplumun nasıl inşa edileceğinin mükemmel bir örneğinden ibarettir.

Risaletin geldiği dönemi takip eden ilk kuşaklar makul/dengeli bir anlayış geliştirmeyi ve bir süre devam eden raşid bir yönetim sistemi oluşturmayı başardılar. Ama bu dönem (kısa bir süre sonra) yok oldu ve kayıplara karıştı. Hilafet-i raşide (doğru, olgun hilafet) modeli “ısırıcı krallık[3] modeline dönüştü. Müslümanlar İslami hayatının bu altın çağının kaybolduğuna ağlamaktadır. Bize düşen Rasulullah’ın (s) ortaya koyduğu modelin hakikatini açık şekilde anlatmaktır. Çünkü onun yöntemi kevnî/evrensel bir yasadır. Bu yüzdendir ki Rasulullah’ın ve raşid halifelerinin yöntemine başvurarak raşid toplumu yeniden inşa etmemiz mümkündür.

Benim bakış açıma göre, tarih, Kur’an ve İslam anlayışıma göre bu dünyada iki farklı devlet kurma yöntemi mevcuttur. Dayatma ve şiddet yöntemi ya da enbiyanın yöntemi olan davet ve ikna yöntemi. Yani derece farkları olmakla birlikte iki tür devlet sistemi vardır: Eşitlik ve adalet devleti ya da baskı ve yanlışlık devleti vardır.

Adil bir toplum inşa etmek isteyen birinin ırkçı/etnik çağrılara tevessül etmesi caiz değildir. Bilakis iyilik, eşitlik ve adalet devleti kurmak isteyenin hangi ırka, mezhebe veya etnik gruba mensup olursa olsun tüm insanların kanun önünde eşit kabul edildiği bir sisteme talip olması icap eder.

İnsanların mezhepçi ve etnik çerçevenin dışına çıkmayı konuştuğu bir dünyada ırk esaslı bir devlet yapısına çağrı yapmak ne kadar da abes kalıyor, öyle değil mi? Nitekim günümüzde dünyanın herhangi bir yerinden herhangi bir kişiye, belli şartlar çerçevesinde eşit haklara ve ödevlere sahip olmak üzere herhangi bir Avrupa ülkesinin vatandaşlığı verilmektedir.

Eski zamanlarda belli bir ırka/etnik gruba dayalı bir devlet yapısının makbul görüldüğü dönemler olmuştur. Ancak biz bugün insan haklarının, özgürlüklerin ve adaletin savunulduğu bir zaman diliminde yaşıyoruz. Kaldı ki zaman, en güçlü ülkelerin farklı ırklardan müteşekkil ama insan haklarına saygı duyan, vatandaşlarına hak ve ödevlerini eşit dağıtan devletler olduğunu da ispat etmiştir.

Ulusal devletler gelecekte demokratik devletlere dönüşebilir, ancak bu o ulus devletleri kuranlar eliyle olmayacaktır. Çünkü etnik kökene ve mezhepçiliğe inananlar raşid/doğru/olgun bir toplum inşa edemezler!

Çeviri: Fethi Güngör

[1] Müellif burada şu ayet-i kerimeye atıf yapmaktadır: “De ki: ‘Ey mutlak egemenlik sahibi Allah’ım! Sen egemenliği dilediğine verirsin, dilediğinden de alırsın; dilediğini yüceltirsin, dilediğini alçaltırsın. Bütün iyilikler Senin elindedir. Doğrusu, Sen istediğini yapmaya kadirsin.’” (Âl-i İmran 3:26). (Çeviren).

[2] Müellif burada şu ayet-i kerimeye atıf yapmaktadır: “Siz ey iman edenler! Allah’a, Rasul’e ve aranızdan (kendilerine otorite emanet edilmiş olan) ulü’l-emre itaat edin; ve herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah’a ve Rasul’e götürün, eğer Allah’a ve ahiret gününe (gerçekten) inanıyorsanız, bu (sizin için) en hayırlısıdır ve sonuç olarak da en iyisidir.” (Nisa 4:59). (Çeviren).

[3] Müellif burada şu hadis-i şerife atıf yapmaktadır: “Benden sonra hilâfet otuz senedir, ondan sonra ısırıcı saltanata dönüşür.” (Tirmizi, 4/436; Ebu Davud 5/36).