Doğan her yeni güne bir şeyler borçluyuz.
Isıtan güneşe, nefes aldıran havaya…
İç kıpırtılarımızı yakmayan sıcağa, damarlarımızda yürüyen kanı dondurmayan soğuğa bir şeyler borçluyuz.
Baharın ışıltıları içinde açan çiçeğe, üzerinde sanat-ı ilahinin izlerini taşıyan kelebeğe ve dalında yeniden dirilişin şarkısını söyleyen kuşlara bir şeyler borçluyuz.
Evet, zaman akıyor ve yer direniyor. Dahası gökyüzü kanat geriyor insanlığın üstüne…
Her yeni gün zaman ırmağında abdest aldırıyoruz sevinç, hüzün, endişe, huzur, mutluluk, ızdırap, avuntu ve hayallerimize…
Akıntının önüne kattığı ruh dünyamız zamanla başka başka istikametlere savrulurken geriye yaşadığımız hayatın sırtımıza yüklediği taşıması zor tortuları kalıyor sadece.
Buna ruhen yorulmak da denebilir, güçsüz düşen bünyemizi teslim almaya çalışan virüs istilası da… Fakat neyse ki derdi veren dermanı da gönderiyor bir şekilde. Belki de Yaradan’ın sırf bunun için bizlere hediyesidir On Bir Ayın Sultanı Ramazan-ı Kerim…
Belki de demek bile eksik olur. Bu kutlu ay elbette ki kalplerin onarılma ve bütün karanlık noktacıklarından arınma mevsimi… Haliyle günlerin kovalamacası neticesinde geçip giden bir yılın hesap defterini açıp mevsimlerin en bereketlisinde hem borçlarınızı temize çekebilir hem yeni başlangıçlarla kalbinizi huzura eriştirebiliriz.
Ta en başta hayatımızın borç hanesine yazdığımız bize bahşedilen kâinatın çevremizi kuşatan güzelliklerine, siz, bilerek veya bilmeden yaptığımız yanlışları da ekleyin.Tefekkürsüzlüğün içine düşürdüğü girdapları ve şükürsüzlüğün yollarımıza kazdığı kara delikleri bir de…
Borcumuzdan bî haber yaşamak rahatlatıyor mu dersiniz ruhlarımızı… O ruh ki gıdaya muhtaç ve çıktığı yolun ömür defterinde yazılı kalem kalem ihtiyaç…
Eskilerin tabiriyle yol azığını tedarik etmek gerekiyor. Bunun için basit bir alışveriş yapmamız da yeterli… Üstelik bu alıverişin hiçbir şekilde kaybedeni de yok.
Hayatınız için üç şey satın alabilirsiniz geçen zamandan… Fikir, zikir ve şükür… Bu üç şey karşılığında itminan (inanmak, güvenmek), halis niyet ve riyadan uzak amelinizi tartıya koymanız yeterli…
Şimdi tefekkür edelim kanaatin ne büyük zenginlik olduğunu ve asıl zenginliğin gönül deryasında nasıl vücut bulduğunu… O zaman anlarız lüks bir yat veya kat olmadan daha lüks bir hayat yaşamanın mümkün olabileceğini…
Bu noktada fikrin kıymet hükmünü kulaklara küpe eden Haydar-ı Kerrar Hz. Ali’ye (ra) ait şu sözü hatırlamakta fayda var: “Akıl gibi mal, güzel huy gibi dost, edeb gibi miras ve ilim gibi şeref olmaz”.
Öte taraftan içinde yaşadığımız modern zamanlarda insan ruhunun üstüne karabasan gibi çöken gündelik yaşamın kaosunu önce dilinize sonra gönlünüze düşüreceğiniz Kelam-ı Kibar ile savuşturabilirsiniz.
Kalplerin yalnızca ve yalnızca Yaradan’ını anmakla huzur bulacağını bilmek hayatımızın bütün işleyişi üzerinde gönlün denetimini hakim kıldığında geriye “hayır” kalacak ve “şer” pılını pırtısını toplayıp bizden uzaklaşacaktır.
Şükür içinse mucizeye gerek olmadığını anlamak en çok günümüz insanın işi… Zira verdiği nefeste ölen aldığı nefeste yeniden dirilen insanoğlunun her an ölüp yeniden diriltildiğini anlaması için elinde modern tıbbın da kabul ettiği çok sayıda bilimsel veri ve akli delil de mevcut.
Kaldı ki teknoloji ve modern bilim çağında yaşadığının bilincinde olan ve zekâsına sınır tanımayan günümüz insanı için çevresindeki sayısız nimetin farkına varmak da çok zor bir durum olmasa gerek.
Sonuç olarak kıymetini bildiğimiz takdirde fikir bize mana balını tattıracak, zikir gönlümüzü diri tutacak ve şükür üzerimizdeki nimeti arttıracak.
Ve tüm bunlarla birlikte bu kutlu ay bizi bize bulduracak.
Yeter ki biz Ramazan-ı Kerim’e tutunalım…
Selam ve dua ile…