Geçenlerde, geçmişin gölgesini fikrinin muhafızı yaparak nam salmış kiralık yazı amelesi bir şahsı okudum. Yazının bir cümlesi aynen şu şekilde:
“İnönü her akşam yemeğinde iki tek atardı, rakı içerdi, votka severdi, bazen yemeklerden önce de viski yudumlardı, öbürü ‘Milli içkimizi ayrandır’ diyor.’’
Öbürü’nden kasıt Reis-i Cumhur. Yazının genel muhtevası da, İnönü ve Erdoğan’ı, münevverlik ve siyasal keyfiyet penceresinden mukayese üzerine şekillenmiş durumda. Öncelikle kişileri muhatap kabul etmediğimiz gerçeğiyle beraber, davamızın fikir ve aksiyondan ibaret olduğunu belirtelim. Lâkin tırnak içerisine aldığımız bu cümlenin, söz konusu zihniyetin maveradan habersiz çarpık bir fikir mimarisi ile temellendiğini bildirmek de boynumuzun borcu…
Bunlara göre İsmet’in ayık gezmemesi maharet, Erdoğan’ın ayranı övmesi ise garabet…
İşte, daha nice cühelanın kalemşorluğunu yaptığı bu düşünce sistemi de; sosyal/siyasal olgulara bakış kapasitesi bâbında, sonsuz idrak deryasında sürüklenen içi boş bir 70’liğin kapladığı hacimden ibaret…
Son günlerde galeyana gelen İsmet’i meşrulaştırma hareketinin çıkış noktası Lozan’dı, biliyorsunuz. Fabrikasyon biçimde ‘’sahte kahraman sevici’’ yetiştiren ideoloji dinamiğimizin en nadide parçaları, diğer sahte zaferlerde olduğu gibi Lozan’da da muazzam bir başarı sağlandığını savunuyor.
Her ne kadar eleştirsem de, en azından İsmet’in alkolik ahvâlini sansürsüz kabullenebildikleri için onları tebrik ediyorum. Zaten Lozan, ayık kafa ile hazmedilebilecek, hiçbir itiraz girişiminde bulunmaksızın kabul edilebilecek bir antlaşma değildi.
Nitekim ABD Müşahidi John Grew’in “Atatürk ve İnönü’’ adlı hatıra kitabında da sabit olmak üzere, kafaya dikilen şampanya yudumları eşliğinde İngilizlerin Musul’u elinde tutmasının hiçbir beis barındırmadığını basiretsizce haykırmak, ya sarhoş bir bünyenin reaksiyonu ya da 3-5 kuruşa vatanı satabilecek alçak bir karakterin tezahürüydü.
Neyse ki “İsmet sarhoştu’’ diyorlar… Bu şekilde meseleyi bağlamışlar(!)
Atalarının “şerefine kadeh kaldırdığı’’ patronlarının yazdırdığı tarihi, kendi tarihleriymiş gibi sahiplenen fikir budalalarına ne anlatılabilir ki?
İsviçre’de kabul edilen bu sunî istiklal projesinin tamamen Kapital-Emperyal düzeninin inşacısı Siyonizme ait olduğu…
Bu projenin memuriyetini de, Türk Murahhaslar Heyeti’ne müşavir sıfatıyla sızan Mısır Hahambaşısı Hayim Naum’un üstlendiğini…
Hatta Naum’un İngiltere’nin Yahudi Dışişleri Bakanı Curzon’a da “Siz Türkiye’nin mülki tamamiyetini kabul edin, ben onlara İslam’ı ve İslam temsilciliklerini ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüt ediyorum.” şeklinde bizzat beyan ettiği o sinsi planı, İtilaf cephesinde kabul ettirebilmek adına başta Amerika daha sonra İngiltere olmak üzere Türkler lehine(!) seri konferanslar düzenlendiğini…
Milletimize (güya) harita hürriyeti vadeden fakat maneviyat bakımından topyekûn bir tecavüz hedefi taşıyan kirli tezgâhı ve İnönü’nün galibi belli bu satrançta yalnızca basiretsiz bir piyon misyonu yüklendiğini…
Velhasıl…
Lozan üçkâğıdından sonra ülkemiz İslam temsilciliğindeki bütün gerçek ve tüzel kişilerin bir bir imha edildiğini, antlaşmanın da 24 Temmuz 1923’te imzalanmasına rağmen -Osmanlı’ya uzanan habis ellerin en büyük kâbusu halifelik makamı kaldırıldıktan sonra- 6 Ağustos 1924’te yürürlüğe girdiğini…
Ve bütün bu gerçeklerin ötesini…
Anlatamazsınız…
Beyinleri bulanmış fikir yobazlarına, hiçbir “öte’’yi anlatamazsınız!