Günümüzde putlar yalnızca helvadan yapılmıyor, daha modern ve soyut yöntemler var.
Gündem kendi halinde, bazen de özel dayatmalarla akıp gidiyor. Gidişat “İyi mi, kötü mü?” bakış açınıza göre değişebilir. Üstelik herkesin aynı şeyi görmesi ve aynı düşüncede olması da gerekmez.
“Birbirlerini çekemeyen, ayak kaydırmaktan başka bir şey düşünmez hale gelen ve habire ganimet peşinde koşan Müslümanlar” beni kahrediyor. “Adamı olmayanın adam yerine konmadığı” bir dünyayı asla kabullenemiyorum. Aslında tüm meselenin “adamın yokken adam olabilmek ve adam kalabilmek” olduğunu bilenlerdenim.
Beni çıldırtan bir diğer husus da bulundukları yerleri, makam ve mevkileri sadece kendilerinin hakları gören kesim. Kendilerini ve özel çevreleri dışındakileri hakir-farklı gören, kendilerini ustun görenlere “Seni üstün kılan özelliğin ne? Senin kromozom sayın mı fazla yoksa bizden? Bilmediğimiz özel bir ‘ilahi berat’ın mi var?” diye sormak istiyorum.
Şu an tek düşündüğüm bir köşeye çekilmek ya da alıp başını uzak diyarlara gitmek. Aslında bunu uygulayan şair ve yazar dostum da az değil. Görüştüğümüz zaman değişik konular konuşurken araya onların bu uzlet sebebini sormayı sıkıştırmayı denedim, başarılı olamadım. Onların da kendilerince özel ve haklı sebepleri mutlaka vardır.
Tam da Müslüm Babanın “Bu şehirde yaşanmaz”ında olduğu gibi bazı şeyler artık fazlasıyla boğuyor. Ferdi Tayfur’un haykırdığı gibi “Bu şehir beni boğuyor, yokum sanki şehirde” Ya da Memati’nin dinlediği türküdeki gibi: “Bu şehir girdap gülüm”…
Galiba en iyisi Ahmet Kaya’nın söylediği gibi “Başımı alır da giderim” daha uygun düşüyor. Biraz fazla arabesk oldu ama öyle işte. Hiç bir şey yokmuş, olmuyormuşçasına yaşamını sürdüren tırmalayan insanlara bazen imrenmiyor da değilim.
Uykusuz geçen gecelerde “”Aman sabah olmasın/gün doğmasın”ı kaç kere tekrar ettiğimi hatırlamıyorum bile. “Allahsıza bile sığınak” olan uyku öylesine nazlı davranıyor ki bana hiç sormayın.
Werner Hugo-Molla Kasım arasındaki “Anlamıyorlar azizim beni anlamıyorlar-Maalesef beni anlıyorlar” diyalogunda WernerHogo’luk yapışıyor üzerime. Keşke Molla Kasım gibi kolayca anlaşılabilseydim diyorum.
Gerçi bazıları anlaşılmaz olmanın dayanılmaz hafifliğini tercih ediyorlar ama bana göre değil. Bazı hususlarda karar vermek hiç kolay olmuyor. Tam da “gitmek mi zor yoksa kalmak mı?” tenakuzu. Kolayca halledilebileceğini bildiğin bir hususta elinden bir şey gelmeyişi, mevcut olumsuzlukların devam etmesi “her doğrunun her yerde söylenemeyişi” daha çok kahrediyor insanı. Konuşsan olmuyor, sussan gönül razı değil.
Tanrıcılık rolüne soyunan üçüncü sınıf tanriciklar/figüranlar kendince kudretli tanrılığını ilan eden Firavun ve Nemrutlar hiç akıllarına getirmiyorlar. Bunlar nerede diye sormayın; kaldırıp başınızı sağa sola baktığınızda mutlaka bir kaç tane görürsünüz. Hele ki lisan ile ben de Müslüman’ım diyenlerin buna soyunması hazmedilir gibi değil. Bunların bir kısmı kendine ram olmayanlara hayat hakkı tanımayı bile düşünmüyor. Laftan anladıkları da yok.
Galiba en doğrusu meydanı ve dünyayı çok fazla isteyenlere bırakmak. Bazı had bilmeyenler başkalarını hadsizlikle, usûl bilmeyenler usûlsüzlükle çok rahat suçlar hale gelmiş ve “Herşeyin en iyisini ben bilirim” zirve yapmışsa benim gibi düşünen bazıları 10. köy aramaktan bitap düşünce “uzlet” tek çıkar yol gibi görünüyor. Güzellikler sizinle olsun…