Allâme Muhammed Ebu Zehra’nın 60 yıl önce yayımlanmış olan “İslam Birliği” adlı eserinde yer alan Ümmet-i Muhammed’in sorunlarına ve çözüm önerilerine ilişkin tespitlerinin aradan geçen yarım asırlık süreye rağmen neredeyse birebir geçerli olması, kendisini İslam’ın âlimi, mütefekkiri ve önderi gören münevver tabakanın ciddi bir özeleştiri yaparak meseleyi neden ileriye götüremediklerini en azından kendi kendilerine izah edebilmelerini zorunlu kılmaktadır:
MÜMİNLERİN TEK BİR ÜMMET OLDUĞUNA İMAN ETMEK
“İslam birliği, her müminin arzulaması gereken ilahi bir gayedir. Müminlerin tek bir ümmet olduklarına iman etmeyen bir kimse, Kur’an ayetlerine karşı çıkmış, onun hikmetine muhalefet etmiş ve davetinden uzaklaşmış olur. İşlediği bu fiille Allah’a, Rasulü’ne ve müminlere karşı çıkan kimseler güruhuna katılmış olur.
Hizipçilik, İslam’ın kesin bir surette yasakladığı ve bizden önce gelip geçmiş iki ümmet olan Yahudi ve Hıristiyanları bu işi yapmaları sebebiyle kınadığı bir günahtır. Aynı günahın bizim dinî ve siyasi düşünce tarzımızı olması gerekenin dışında şekillere sokması durumunda yapılacak tek şey Kur’an’ın kılavuzluğuna yönelmemizdir. Ancak bu şekilde daha doğru bir yola girmiş oluruz ki bu yöneliş bizleri izzet ve yüceliğe ulaştırır. Zira; “Asıl şeref, Allah’a, O’nun Elçisi’ne ve inananlara aittir ama ikiyüzlüler bunun farkında değiller.” (Münâfikûn 63:8).
TEFRİKAYA YOL AÇAN ETKENLERDEN UZAK DURMAK
Geçmişte çeşitli sebeplerle birbirimizden uzaklaşmış olsak da şimdi bu ayrılığı bertaraf etmemiz ve tefrikaya götüren etkenlerden uzak durmamız gerekmektedir. Ancak bu şekilde ırkçılık, milliyetçilik ve entelektüel tutkular gibi ayrılık sebeplerinden kurtulmuş oluruz. Zira bunlar, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği bağı koparır; bir araya gelmesini zorunlu kıldıklarının arasında ayrımcılık çıkarır; korumamız ve gözetmemiz gereken değerleri yok eder (s.79).
Çeşitli sebeplerden kaynaklanan anlaşmazlıklar, düşünce, madde ve mana bazında ayrılıklar meydana getirmiş ve tüm bunlar Müslümanlar arasında ciddi parçalanmalara yol açmıştır. Öyle ki Müslüman kimse fikrî boyutta ayrılığa düştüğü din kardeşine Allah’ın şeriatına göre hakikate ulaşmayı arzulayan bir muhalif değil de her an saldırmak için bekleyen bir düşman gözüyle bakmaya başlamıştır. Mezhepçi düşüncedeki taassup, sahibini dinin özüne ve kesin bilgiye destek olmak yerine kendi mezhebinin üstün gelmesine odaklanacak hale getirmiştir. Tarih, geçmişte İslam’ın birliğini yıkan ve Müslümanları şiddetli bir şekilde birbirine düşüren bu durumun etkilerini kaydetmiştir. Hattâ bazı dönemlerde birbirlerinin sapkınlık üzere olduklarına inanmaları sebebiyle iki fırka arasında gerçekleşen katliamlara şahit olduk (s.81).
Dinin özünde ve hakikatinde değil de anlaşılmasındaki düşüncelerinden ötürü birbirleriyle savaşa girişen bu kimselerle güya Allah’a yakınlaşmak adına öz kardeşini katletmekten geri durmayan Âdem’in oğlu Kâbil arasında ne kadar da büyük bir benzerlik vardır!
Günümüzde birbirleriyle çekişen Müslümanlar arasında kardeşi aleyhinde konuşmamak için diline mukayyet olan birini görmek mümkün değildir! Aynı şekilde aramızdaki ayrılıktan ötürü pişmanlık duymamız ve gerçek imanın ancak toplumdaki selametle mümkün olduğunu anlamamız için bize özel bir karga gönderilmesini mi bekliyoruz?! (s.83).
Bizler geçmişte ırkçı etkenler, fikrî tartışmalardan doğan tarafgir dürtüler veya İslam’a karşı önceki asırlardan kalma cahiliye adetleri sebebiyle ihtilafa düşerdik.
Şimdi ise birbirimize muhalefet ediyoruz. Çünkü bizim ayrı düşmemizi arzulayan dış güçler içimize ayrılık tohumları ekiyor, bizlerse Müslümanlar dışında bazı kesimlerle sıcak dostluklar kurmaya çabalıyor ve onlardan destek bekliyoruz! (s.85).
İSLAM KARDEŞLİĞİNE DAYALI BİR “ÜMMET BİRLİĞİ” KURABİLMEK
İslam, Allah’ın “Müminler sadece kardeştirler; öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’a karşı sorumlu davranın ki, O’nun merhametine mazhar olasınız!” âyetinde ve Rasulü’nün (s.a.v.) “Müslüman Müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez. Onu tehlikede bir başına bırakmaz, onu düşmana teslim etmez…” (Buhârî, Mezâlim 3 vd.)” hadisinde anlatıldığı gibi genel bir din kardeşliğine davet eder. Bu mesajı veren daha birçok âyet ve hadis mevcuttur. Din kardeşliğini benimsemeyen ve her İslam ülkesinde karşılaşabileceğimiz bazı kimseler, İslam birliğinin önünde duran en büyük engellerdir (s.91).
Bunlar gayrimüslim politikalarına tâbi olmayı tercih ederler. Bu politikalar ise Müslümanları birleştirici değil bölücü bir metot izler. Müslümanları, yeryüzünde tek bir ümmet olarak kendi değerlerini savunan ve onların amaçlarına engel teşkil eden bir güç olarak görmek istemezler. Bilakis İslam’ın zayıf düşürülmesi, kendilerinin ise yegâne güç sahibi olmaları hırsıyla İslam toplumunun paramparça olması, envaı çeşit gruplara bölünmesini için gece gündüz çalışırlar. İşte, birliğe götüren yolların ilki bu yerli engellerin ortadan kaldırılması için İslam kardeşliğini benimsemeyenlerin ellerindeki otoritenin geri alınmasıdır. Aksi takdirde yeryüzünü büyük bir fitne ve fesat kaplayacaktır. Fitne ise her zaman istenmeyen sonuçlar doğurur ve hedefin dışındaki yollara sevk ederek nihayetinde bizi olması gerekenin aksi yöne götürür (s.93).
PSİKOLOJİK, DÜŞÜNSEL VE KÜLTÜREL BOYUTLARDA BİRLİĞİ SAĞLAYABİLMEK
Gerçek birlik, psikolojik ve fikrî boyutta bir olmak ve dinin genel toparlayıcılığını hissetmektir. Tevhid dini olan İslam’a inanan ve Kur’an’ın hükmüyle tek bir ümmet olan kıble ehli insanlar arasında gerçekleştirilmeye en layık olan vahdettir. Nebî (s) İslam kardeşliğinin millî kardeşlik ve bölgesel birliktelikten çok daha üstün olduğunu öğretmek için İranlı Selman (r.a.) ile Habeşistanlı Bilal’i (r.a.) Arap Müslümanlarla kardeş kılmıştır (s.101). İşte, Müslümanlar arasında kurulan bu din kardeşliği bağı, ancak ırkçılık harekete geçtiğinde; her topluluk kendi kavmini ihya etmeye çalışıp milliyetçiliğini ilan ettiğinde darmadağın olur (s.103).
İslam dini her daim birlik olmamızı emrettiği halde tarih boyunca bölünme ve şiddet dönemlerinde soy birliğine yönelme konusundaki yanlış tutum ve davranışlar sürüp gitti. Günümüzde birliği sağlayacak başlıca unsur geçmişte ve günümüzde bölünmeye yol açan tüm sebepleri ortadan kaldırmaktır. Nitekim geçmişte birliği bölen kralların koyduğu sınırlar iken modern zamanlarda birlik bir yandan bu sınırlar tarafından zarar görmekte, diğer yandan Batılıların bize telkin ettiği ve içimizden bazılarının da tabi olduğu bu sapkın görüşlerce tahrip edilmektedir. Günümüzde Müslümanlar arasındaki bölünme her bir Müslüman halkın bir diğerinin içinde bulunduğu şartlardan bîhaber olmasıyla daha da şiddetlenmektedir. Bu sebeple pratik açıdan birliği gerçekleştirecek adımların üç farklı alanda yoğunlaştığını düşünüyoruz:
1-Müslüman toplumlar arasında entelektüel ve psikolojik bir birlik oluşturulmalıdır. Bu birlik ancak İslami düşünceyi bir araya getiren, ümmetin geçmişini araştıran, hayata dair meselelerde bir ortak nokta bulmak ve tüm İslami gruplar arasında yakınlık kurmak için şer’î hükümleri tanımakla meşgul olan ilmî bir heyet tarafından gerçekleştirilebilir.
2-İslam ülkeleri arasında ortaya çıkmış veya çıkabilecek her türlü çekişmenin engellenmesi için çalışmalar yürütülmelidir.
3-Müslümanlar birbirlerini yakından tanımalıdır. Bu ihtiyacı karşılamada en etkili araç ise Kur’an’ın ve Sünnet’in dili olan Arapçadır. Eğer Arap dili ihya edilirse birlik de ihya olmuş olur (s.105-107).
DİNİN ANA KAYNAĞI OLAN KUR’AN’IN ETRAFINDA TOPLANMAK
Düşünsel, kültürel ve psikolojik birliğin sağlanması, bir inşa sürecinden çok insanların yönlendirilmesi ve bir araya getirilmesine ihtiyaç duyar. Bir araya gelmeye, yönlendirilmeye veya düzenlenmeye gerek duymayan bu entelektüel birliğe götüren sebepler kaynak birliği, bu kaynak hakkında varılan görüş birliği ve mutabık kalınan ortak görüş etrafında toplanmadır (s.109-111).
Müslümanlar, asla değişme ve başkalaşım kabul etmeyen Kur’an ve onun muhkem âyetlerini kendileri için beslenilecek yegâne kaynak olarak görmekte ittifak etmişlerdir:
“Hiçbir anlam ve amacından saptırma çabası ona ne önünden açıkça ne de ardından gizlice ilişemez: Zira o (Kur’an), her tür övgüye lâyık, hükmünde tam isabetli olan (Allah) tarafından indirilmiştir.” (Fussilet 41:42).
Nebî’nin de (s) bunu destekleyen hadisleri vardır. Eğer bazı gruplar rivayetler konusunda ihtilafa düşerlerse üzerine mutabık kalınacak olan; temel dinin direği, İslam’ın fıkhı ve hakkında ittifak edilmiş hükümleridir. Eğer İslami usullerde tek bir hükme ve bu usullere işaret eden sünnetin tamamını kabul etme sonucuna ulaşırlarsa hedef birliği sağlanır ve kültürel birliğin temeli herhangi bir hoşnutsuzluk, inatlaşma ve kötü lakaplar takma gibi zaaflar olmaksızın sağlamlaşır. Çeşitli anlaşmazlık türlerinin ortaya çıkmasının ve etkisini hâlen sürdürmesinin bir zararı yoktur. Zira bu, sadece kültürdeki farklılıktan değil bazen düşünce darlığından bazen de düşüncedeki derinlikten doğan bir sonuçtur (s.113).
İslam topraklarında birçok grup ve mezhep, çeşitli konularda ihtilafa düşmüş olsa da fikrî, kültürel ve psikolojik birliğin tohumunun tüm İslam ülkelerinde varlığını sürdürdüğü şüphe götürmeyen bir hakikattir. Ancak bizlerin gerçekleşmesini istediğimiz durum bu eğilimlerin birleştirilmesi, sağlanan birliğin geliştirilmesi ve fikrî birlik sağlamış bir toplumun kurulmasıdır (s.115).
Mümin toplumun yapması gereken, sapkın kimseyi kendisini kuşatan bilinmezlik içerisinde çırpınır hâlde bırakmak yerine ona doğru yolu göstermektir. Yabancıların henüz insanlar arasından seçip kendi emellerine göre yetiştirme fırsat bulamadığı bu kimselerin içlerinde, ihlâsın özü sabit olarak bulunur. Zira bunlar doğru yolu bulma konusunda hataya düşmüş hakikat talebeleridir. O halde bizlerin onları dosdoğru yola yönlendirmesi gerekir. İmam Ali (kv) şöyle demiştir:
“Hakkı isteyen kimse hata etse de, bâtılı isteyip de isabet eden kimse gibi olmaz.” (s.117).
KÜLTÜREL MİRASIMIZI BİR SARRAF TİTİZLİĞİYLE İNCELEYİP AYIKLAMAK
Kültürel mirasımızı tıpkı bir sarraf titizliğiyle incelememiz gerekir. Bir taifeyi diğerinden ayırt etmek için bu zengin mirasa yönelik incelememizi şu üç sonucu elde etmek için yapmalıyız:
1-Ümmetin bu gününden hareketle geçmişine ulaşmak. Zira her bir medeniyetin geçmiş ve bugününü birbirine bağlayan kendine mahsus bir düşünce tarzı ve mirası vardır. İslam bilgesi, son asırda İslam birliğine davet edenlerin ve İslam beldelerinin her köşesinde entelektüel bilinci arayanların ilki olan Seyyid Cemaleddin Afgani’nin dediği gibi ‘İslam ümmetinin sürekli olarak ilerlemesi tarihle bağlantılı olmayı gerektirir.’
2-İslam âlimi, karşısına çıkan görüşlerden hiçbirine tarafgir olmamalıdır. Aksi takdirde bu tavrı, geri kalan görüşlere yönelmesini ve onların içeriğini araştırmasını engeller (s.119).
3-İslami grupların birbirlerine yakınlaşmasını sağlamak. Her bir grubun diğerlerinden ayrılan yönleri açısından -bölünme kabul etmeyen bir bütünün parçaları olarak- İslami mirasın incelenmesi Müslüman grupları birbirine yakınlaştıracaktır. Böylece İslam’ın mazisinden günümüze miras kalmış gayr-ı tabii karmaşa giderilebilecektir (s.121).
Günümüzde sürmekte olan sınıfsal ayrılık, ırkçı eğilimi andırmaktadır. Çünkü İslam’ı tuzağa düşürmek isteyenler sınıflar arasındaki anlaşmazlığı İslam’ın birliğini yok etmek için kullandıkları bir giriş kapısı olarak görmektedirler. O halde Müslümanların yapması gereken bu menfezi kapatmaktır. Zira İslam toplumlarının birliği, duygu birliğinin kemale ermesini gerektirir; sınıfçılık ise bu kemalin gerçekleşmesini imkânsız hâle getirir. Bazı sınıflar ihtilafın özde olduğunu iddia etseler de İslam’daki grupçuluk kavramı, inançla ilgili temel konularda veya ehl-i kıblenin etrafında toplandığı köklerde değil, İslam’ın özünü teşkil etmeyen yan konulardadır (s.123).
Müslümanların kendi aralarında ihtilaf etmelerine engel bir durum yoktur. Ancak bu ihtilaf ilmî çerçevedeki bir tartışma içerisinde bulunan bireyler arasında olabilir. Bunun dallanıp budaklanmasına müsaade edilmez. İslam ümmetini birbirine savaş açan, birbirinden yüz çevirip din kardeşine kin güden paramparça bir yapı haline getiren cemaatler ve taifeler bazındaki ihtilaf, kabul edilebilir bir durum değildir!
Sınıfçılığı ortadan kaldırma çağrımızın hedefi; yeryüzünün hiçbir yerinde bir sınıfa bağlılık iddiasıyla birbirinden ayrılan ve benimsediği ve bağlandığı bir mezhep nedeniyle kendisini diğer Müslüman kardeşlerinden ayrı bir yapı olarak gören tek bir cemaatin bile kalmamasıdır.” (s.129).
Kaynak:
Muhammed Ebu Zehra. (2016). İslam Birliği (el-Vahdetu’l-İslâmiyye), çev. R.G. Ömün, “İki Dil Bir Kitap” serisi içinde, Arapça-Türkçe, İstanbul: Beyan Yayınları, s.79-129.
Doç.Dr. Fethi GÜNGÖR
fg@fethigungor.net