Herkesin bildiği gibi kültür sanat yönetimi bir disiplin işidir. Buna aslında düşünce perspektifi demek daha doğru.
Kültür sanatla ilişiği olan sivil toplum kurumları ya da devletin birimleri kurulduklarında belli bir perspektif içerisinde üretimde bulunurlar. Kendilerini popülist bir davaya adamamaları gerekir. Çünkü kültür birikir ve yüzyıllar sonrasına sonsuz bir hazine olarak kalır. Biz bu hazinenin farkına varamıyor ve doğru hedefe yürüyemiyoruz.
Tam da bu sebeple ülkemizde bulunan kültür sanat kurumlarının ‘kurumsal hafıza’ ve ‘kültürel bağımsızlık’ kavramlarıyla aralarının pek iyi olmadığını düşünüyorum.
X partisinin yönetiminde olan bir belediyenin Y partisine geçmesi, toplumun kılcal damarlarını etkileyen kültür birimlerinin düşünce yapısını tepetaklak ettiriyor. Mesele şu ki, partilerin görüşleri veya yönetimlerin el değiştirmesi kültür birimlerinin sistematiğini kökten sarsacak boyutta etkilememesi gerekir. Ülkemizin kültürel bağımsızlığının istikrarı açısından yüz yılı deviren bir kültür sanat kurumunun gösteri toplumunun bir parçası olması yani ucuz şov hareketlerine girişmesi ciddiyetsizleşmenin örneği gibi duruyor.
Şehir Tiyatroları‘nda kadın sanatçılar!
Darülbedayi… Osmanlı İmaparatorluğu döneminde İstanbul Belediyesi’ne bağlı olarak kurulan ve bir asrı aşan bir tarihe sahip bir tiyatro. Darülbedayi’nin unutulmaz tarihinden söz etmek istesek kitaplara sığmaz.
İBB Şehir Tiyatroları, 2020 Sezonunu, Dünya Kadınlar Günü haftasında duyurdu. Projeleri açıklanan yazar ve yönetmenlerin yarısından çoğunun kadın sanatçılar olduğuna dikkat çekildi. Genel Sanat Yönetmeni Mehmet Ergen, “106 yıllık kurumun tarihinde ilk kez bu sezon, sahnelenecek oyunların yazar ve yönetmenleri arasında kadınlar, yaratıcı ekibin yarısından çoğunu oluşturuyor.” dedi.
106 yıllık Şehir Tiyatroları’nın önümüzdeki yıl yarısından fazlasının kadın sanatçıların oluşturması toplumumuzdaki fırsat eşitliği meselesinden dolayı sevindirici. İnsan hakları temelinde kutlanan 8 Mart Kadınlar gününde bu haberi duymak da güzel. Fakat mesele şu ki bunu biz bir haber olarak duymadık. Yapılan afiş tasarımı, atılan başlıklar ve sloganlar bunun bir övünç kaynağı değil bir şovun parçası olduğunu gösteriyor. Yazar Duy Gebord, “Gösteri Toplumu” adlı kitabında “Gösteri felsefeyi gerçekleştirmez, gerçekliği felsefeleştirir.” diyor. Sahici olmayan ama sadece bize sloganla seslenen olaylar ancak durumu felsefeleştirmekten ibaret olacaktır.
Atılan başlıklar ve büyük puntolarla verilen mesajlar bir asrı aşan bir kurumun ciddiyetini gölgelemiyor mu? Yoksa reklamın bu şekilde olması ciddi bir kazanç mı görülüyor?
Türkiye’nin ilk kadın oyun yazarı Fatma Nudiye Yalçı’nın kişisel ve siyasal çalkantılarla dolu yaşamının sahneye taşınması, Nuri Pakdil’in Umut oyunun Şehir Tiyatroları’nda ilk kez sahnelenecek oluşu ve Lüküs Hayat’tan bu yana ilk kez bir Cemal Reşit Rey müzikalinin sahnelerde olması bence çok iyi detaylar… Bu detaylar neden popüler kılınamıyor?
Kültür sanattaki bakış açımızı hangi zenginlikle beslememiz gerektiğini tartışacağımız farklı çalıştaylara ihtiyacımız yok mu? Bu çalıştaylarda kültür iletişiminde popülist tavırların yerini de iyi tartışmak gerek.