Dünyanın en büyük kara depreminin ilk 48 saatinde insaf ve vicdandan uzak bir dezenformasyonla, enkazların başında klipler çekip ajitasyon yapanlar, koltuk savaşlarıyla hiç gündemden düşmemesi gereken felaketi görünmez kıldılar.
Apar-topar bilim insanlarıyla deprem toplantıları yapan İBB Başkanı, neredeyse bir haftadır Ankara’da ve İstanbul’u unutmuş gibi görünüyor.
Çünkü kendi seçmeni bile güvenmediği için “aday Kılıçdaroğlu” yıkılmasın diye, Akşener tarafından payanda yapıldı.
Öyle anlaşılıyor ki seçim kampanyası boyunca da “Kaybedecek bir dakikamız yok” dediği İstanbul’a, pek de mesai ayıramayacak.
Kazandığında da aynı cümleyi sarf etmiş ama en kritik zamanlara hep tatilde yakalanmamış mıydı?
Yani meselenin özeti: İstanbul dışı gündemleri hiç bitmeyen Başkan, öyle anlaşılıyor ki böylece beş yıllık sezonu da kapatmış olacak.
Fakat ne hikmetse birileri -tabi ki Akşener sayesinde- bu süreçten muhalefet için bir kahraman(!) çıkarmayı başardı.
Birilerinin ürettiği bu kahramandan tek haberi olmayanlar ise sürekli otobüsleri yanan, arızalar sebebiyle yollarda kalan İstanbullular oldu sanırım.
“Karmakarışık masanın ürettiği çelişkilerin hangisini yazayım” diye düşünürken, inanın işin içinden çıkamadım.
Neresinden tutmaya çalışsam elimde kaldı.
Güncel siyaseti çok iyi takip etmeme rağmen, her gün yeni altüst oluşlar yaşayan masayı konumlandırmak, sadece benim için zor değil.
“Ben CHP’li bir gazeteci olarak” diye söze başlayan Özdil’i bile kulvarın dışına fırlattı masa.
Hâlbuki daha yeni, “bütün engellemelere rağmen” diye başlayıp bir candaş kanal kurduğunu duyurmuştu.
Erdoğan’a “diktatör” diyerek müstehzi saldırılarını yapamadan, bir iç darbeye kurban gitti.
Şimdi asıl diktatörün hakkını verir mi bilmem; onu CHP’li gazeteci olan vicdanı bilir.
Garabetler, çelişkiler saymakla bitmeyecek ama akla gelen birkaçıyla yetinelim bu yazı için.
“Atanmış” diyerek bakanları ve Cumhurbaşkanı yardımcısını sabah akşam aşağılayan genel başkanlardan 5’i, Kılıçdaroğlu imzasıyla yardımcı olarak atanacakları için ne kadar heyecanlılar değil mi?
Tıpkı gidişleri de aynı imzaya bağlı olduğu halde…
“Etkisiz olacak” dedikleri kişinin imzasına iradeleri teslim edecek olanlar söylüyor bunu…
Güvenceleri de hiçbir Anayasal güvencesi olmayan ittifak protokolü…
Yine sabah akşam “demokrasi” diyenler utanmadan sıkılmadan “Belediye başkanları görevlerine devam ederek Cumhurbaşkanı Yardımcısı olacak” diyebildiler.
Daha garibi, masa devrilmediği için sevinçten dudakları kulaklarına varan gazetecilerin hal-i pürmelaliydi.
Adeta celladına âşık bir sevinçle CHP’li bir adayı, Berat gecesinde ve CHP’nin geleneksel sloganları eşliğinde ilan eden Saadet Partisi liderinin hali ise çok başka bir travmatik çelişkiydi.
Başka bir gariplik ise vicdanlarını rahatlatmak isteyen Saadetlilerin ayetle, hadisle yaptıkları savunmalardı
Hatta “Mücahit Erbakan” sloganının yerini “Mücahit Kılıçdaroğlu”na bırakanları bile gördü bu gözler!
Bu gözler, Başbakanlık yapmış, Erdoğan gibi bir liderle yolları kesişmiş Prof. Dr. Davutoğlu’nu -ancak payanda dayayarak dikleştirilmeye çalışılmış- Kılıçdaroğlu’nun arkasında saf tutmuş olarak da gördü!
Bütün iddiaların bir altüst oluşla karşımızda durduğu zeminde 2023 seçimleri yaşayacağız kuşkusuz.
Bu karmakarışıklığa ikna olacak bir seçmen beklentisi çok büyük bir iddiadır.
Asıl imza sahibi ama güçsüz bir adayı görmeyip onu ayakta tutmak için yanına eklenmiş payanda isimlere bakarak oy verecek bir seçmen, bugüne kadar ki bütün davranışlarını inkâr edecek demektir.
Anlaşılan o ki, sadece depremle ilgili yalanları 380 sayfa kitap olmuş bir muhalefetin, çelişkileri de kitap olacak evsaftadır.
Son gerçek ise şudur: Seçim sonucu ne olursa olsun; 14 Mayıs gece yarısından itibaren bir daha hiç kimse "güçlendirilmiş parlamenter sistem" lafını duymayacaktır! (Prof. Dr. Cemil Koçak)