Para, İmam Gazali’nin deyişiyle, bizatihi değersiz olduğu için, değerli şeyleri ölçmede kullanabildiğimiz bir “ölçüm aracıdır” (İktisada bilim deyip tarihini de Adam Smith’le başlatanların kulakları çınlasın).
Bu bağlamda, parayı dolaylı olarak değerli kılan şey bizim sağlıklı ölçüm yapabilmemize olanak tanımasıdır. Nasıl ki bir terazi “doğru” tartabildiği kadar değerliyse, para da malların değerini “doğru” ölçebildiği kadar değerlidir.
Fakat bütün bunlar unutuldu. Coğrafi yağma ve istilalarla (coğrafi keşifler?) birlikte, paranın bizatihi kendisinin değerli olduğu şeklindeki Bülyonist anlayış dünyaya egemen oldu.
Günümüzdeki ekonomik sistemin kökleri de o zaman atıldı, Sanayi Devrimi ile birlikte değil. Bu sistemin ekseninde finans vardı ve bu sistemi en iyi anlatan isim de “finansal kapitalizm” olmalıydı. Merkez bankaları da 19 ve 20. yüzyılda sahneye çıkarak finansal sistemin eksenine yerleşti.
Temelde savaşları finanse etmek için kurulan (İngiltere’yi, Fransa’yı ve… Rothschild’leri hatırlayın) ve daha sonra asıl görevi finansal sisteme likidite pompalamak haline gelen merkez bankaları, 1970’li yıllarla birlikte tabir-i caizse kabuk değiştirdi ve günümüzde bildiğimiz haline kavuştu. Yani gözü enflasyon hedeflemesinden başka hiçbir şeyi görmeyen, her şeyi enflasyon gözlüğüyle yorumlayan bir merkez bankacılığı anlayışı… Leyla &Mecnun arasındaki aşk gibi, günümüzde merkez bankası ile enflasyon hedeflemesi arasında büyük bir aşk var.
Merkez bankaları kendilerine 20-30 yıldır temel politika hedefi olarak fiyat istikrarını koyuyor. Fakat, fiyat istikrarıyla paranın değerinin korunması kastedilmiyor. En azından yaklaşık 600 yıldır paraya bakış böyle değil. Fiyat istikrarıyla kastedilen, ekonomideki bireylerin gelecekle ilgili tahmin yaparken belirsizlik “hissetmemeleri”. Bunun da paranın değerinin korunmasıylaçok da bir alakası yok. Hatta hiç alakası yok.
Merkez bankaları fiyat istikrarını enflasyon hedeflemesi ile sağladıklarını iddia ediyor. Fakat bu noktada da merkez bankasının yaptığı şey fiyat istikrarını sağlamak değil, birkaç yüz “tüketim malının” fiyatındakiartışıengellemeye çalışmak. En temelde merkez bankası bu dediğimden daha anlamlı bir iş yapmıyor ve bu işin de anlam düzeyi gerçekten çok düşük. Zaten kendi başına bir amaç haline gelen her aracın kaderi budur.
Merkez bankası şu anda birkaç yüz maldan oluşan bir sepetin ortalama fiyatı artmasın diye elinden geleni yapıyor ve bu uğurda -şu anda Türkiye özelinde- ekonomiye ciddi şekilde zarar vermeyi göze alıyor. Fakat ekonominin asıl omurgasını oluşturan finansal varlıklardaki ve gayrimenkullerdeki fiyat artışlarıyla hiç ilgilenmiyor. Zira merkez bankalarına göre, elmadaki yüzde 20’lik fiyat artışı her ne pahasına olursa olsun durdurulması gereken şeytani bir süreç iken, konutlardaki yüzde 50’lik fiyat artışı dönüp bakmayı bile gerektirmeyecek, sonnn derece normal bir doğa olayıdır. Ve dahi merkez bankalarının görev alanlarının dışındadır.
Bu tam bir çılgınlık… Günümüz dünyasında insanların sahip oldukları servetin yaklaşık yarısı finansal varlıklarda, yarısı da gayrimenkullerde. Hal böyle iken, paranın değerini en iyi ne yansıtır? Elma mı?
Bizim finansal kapitalizmi, ekonomiyi, merkez bankacılığını en temelden yeniden düşünmeye ve tartışmaya başlamamız gerekiyor. Ve ihtiyacımız olan en son şey bize en dogmatiğinden küflü neoliberal nutuklar atan merkez bankası başkanları… Vesselam.