Toplumların zihin dünyasına yön veren, mental gelişim cetveline izler bırakan isimler hep olagelmiştir.
Medeniyetlerin uzun yıllar içerisindeki inşasına katkıda bulunanlar, fedakâr ve cefakâr davrananlar, bu yola son nefesinde dahi bir tuğla koymayı esirgemeyenler daima olmuştur.
Bu nadir şahsiyetlerin kaybı ve yerlerini doldurabilecek münevverlerin de bulunmayışı toplumu köreltir, neslin dimağını sığlaştırır. Yeni ufuklara artık yelken açılamaz, mevcut durum dahi muhafaza edilemez.
Entelijansiya kısırlığı rol model eksikliğini doğurur, böylelikle gelecek kuşaklar ithal ellere maruz bırakılır.
Bir toplum sadece iki özelliği üzerinde bulunduran bireylerle ihya olur; ahlak ve nitelik ya da donanım. Böyle bir neslin yetişmesi ise özgün ve prensip sahibi aydınların katkısıyla olur.
Üzülerek söylemek gerekiyor ki son birkaç yıl içerisinde bu toplum en değerli şahsiyetlerini peyderpey dünyadan uğurladı.
Örnek yaşantıları, yazdıkları, söyledikleri, besteleri ve icraları elbette bizimle, fakat çağa karşı güncel yorumlarından artık mahrum olduğumuz da bir gerçek.
On büyük çınar ve münevverin yeri dolar mı?
Eğri oturup doğru konuşalım. Gerçekçi olmak ve durumu tüm çıplaklığıyla ortaya koymak adına bedbin görünmeyi önemsemeyelim, elzem sözleri sarf etmekten imtina etmeyelim.
Maalesef yiten entelektüellerin yerleri dolmuyor. Bırakın bu toplumun yeni entelektüeller çıkarmasını, potansiyeli olanlar dahi ya popülizm iştahında, ya güç sarmalında veyahut maddi beklentiler otağında ömür heba ediyorlar.
Oysa “diriliş” diye diye bir ömrü ardında bırakan Sezai Karakoç, “Kudüs şairi” Nuri Pakdil, Topçu’nun “İsyan Ahlakı”nın timsaliydiler. Onlar toplumun dirilmesi için her daim seferber oldular, fakat yakın zamanda göç ettiler ve artık aramızda değiller.
Yazdıklarıyla bize yeni pencereler açan, birikimimizi şekillendiren Rasim Özdenören de artık yanımızda değil.
Felsefeyi özgün anlatımıyla bize sevdiren ve farklı düşünsel ufuklar ile bunu taçlandıran Teoman Duralı da özlemini duyduğumuz isimlerden. Konuşurken dahi sarf ettiği cümleleri mürekkeple kâğıda not düşülmüş gibiydi. Adeta yürüyen bir fasiküldü.
Fuat Sezgin, dinin bilimle nasıl uyum içerisinde olduğunu göstermenin yanında bulunduğu batıdan gözlemleriyle de İslam kültürü insicamında bunları bizlere sunabildi. Kendi kültüründe devşirilmeden kalmayı önemseyerek evrensel bilime nasıl hizmet edilebileceğini gösterdi. Onlarca dil öğrendi, ileri zekâsı ve çalışkanlığıyla tüm donanımını topyekûn insanlığın hizmetine sunmuş bu deha kişilik de yakın zamanda göç kervanına katıldı.
Toplumları modern bir mercekle tarif ederek sosyolojik açılımlar sunan, yeni ufuklar açmaya yönelik dünya ile hemhâl olan Şerif Mardin de; bir ömrü ilmek ilmek işleyerek tarihe adayan, tüm satırlarını adeta kuyumcu titizliğiyle sayfalarına nakşeden Halil İnalcık da kaybını yaşadığımız münevverlerden.
Koca bir ömründe tamburunu konuşturmuş, Türk musikisinde Neyzen Niyazi Sayın ile birlikte ikili sazende olarak yeni bir çığır açmış, İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu’nun kurucusu Tamburi Necdet Yaşar da bizlere veda etti.
Porteye dökülmüş yüzlerce bestesi ve müthiş sesinin kulaklarımızda bıraktığı dingin tınısıyla doktor ve ses sanatçısı Alaeddin Yavaşça da artık aramızda değil.
Müdavimi olduğu Şeb-i Arus akşamlarında Mevlana sohbetlerinin icracısı, asırlara dayanan bir geleneğin yılmaz savunucusu, toplumun aydınlanması uğruna ömrünü vakfeden gönül ehli musikişinas Ömer Tuğrul İnançer de vuslata erdi.
Biz, bize kaldık, vesselam...