Suriye krizi hayatımızın, gündemimizin değişmez bir parçası oldu desek abartmış olmayız. Sosyal hayatımıza kadar sirayet etmiş bir mülteci olgusundan rahatlıkla söz edebiliyoruz bugün. Öyle ki kendi nüfusundan fazla Suriyeli’yi barındıran şehrimiz var. Devlet tüm imkânları kullanıyor mülteciler için. Buraya kadar tamam.
İşin politik boyutu ise başka. Türkiye malum, Suriye meselesinde başından beri açıktan taraf bir pozisyon aldı. Esed’e karşı direnişçileri destekledi. Muhaliflerin uluslararası siyasette ön açıcısı rolünü de Türkiye oynadı büyük ölçüde.
2011’den bugüne kriz derinleştikçe derinleşiyor, ilişkiler ağı giriftleştikçe kafalar karışıyor, Suriye’yi kavuran kaos arttıkça artıyor.
Haber bültenlerinde zaman zaman şu tip haberler duyuyoruz: “Rusya ve ABD Suriye konusunda görüştü. Suriye’nin geleceği bu toplantıda çıkacak karara bağlı. Alınan yeni kararlar Suriye’nin önümüzdeki dönemde yol haritası olacak…” Ne gariptir ki şaşırmıyoruz. Suriye ile herhangi bir sınırı olmayan, herhangi bir kara bağı olmayan bir ülke ile Suriye ile aynı kıtada dahi bulunmayan bir başka ülke Suriye’nin geleceği konusunda karar vermek üzere bir araya geliyorlar.
Türkiye ise bu meselenin tam ortasında. Dolayısıyla medyadan siyasete, ekonomiden gündelik hayata kadar pek çok unsur Suriye’deki kriz, Türkiye’nin tavrı ve mülteciler meselesine endeksli.
Yalnız son dönemlerde dikkatimi çeken bir mesele var. Suriye savaşının bir türlü bitmek bilmemesi, kayıplara her gün yenilerinin eklenmesi ve daha pek çok sebep ülkemizde bazı siyasileri, yazarları bir özeleştiri sürecine getirmiş görünüyor. Burada garipsenecek bir şey yok. Fikirler değişmiş olabilir. Ama asıl dikkat çeken bu özeleştirinin içinin doldurulmaması.
Yani eleştirdiğimiz;
Türkiye’nin uluslararası aktörlerle senkronize hareket etmemesi mi?
Yoksa milyonlarca mülteciye sınırlarını açarak demografik yapısını dahi değiştirmeyi göze alması mı?
Muhalifleri, tam ve onların -silah da dahil- tüm ihtiyaçlarına cevap verecek biçimde desteklememesi mi?
Ya da Esed’li bir geçişe hayır demesi mi?
Suriye’deki rejimin PYD gibi DAEŞ gibi yapılarla kurduğu ilişkiyi dikkate aldığımızda, yıllardır süren savaşın bıraktığı enkazın ardından homojen bir Suriye’den bahsetmek mümkün mü?
Sizin kastınız hangi Suriye?
Bu sorularda bir kasıt yok. Derdim meselenin daha sarih bir düzlemde tartışılmasını sağlamak. Kim ne diyorsa açıkça dile getirsin. Tam olarak neyi eleştiriyoruz konuşalım…