İçlerine sindiremediler. Kabullenemediler bir türlü bu toprakları vatan bellememizi. Sürekli endişe saldılar üzerimize, iliştirdikleri endişelerle yaşamamızı istediler.
Bazen birleşip Haçlı olarak geldiler, bazen tek tek. Çoğu zaman da gelmeye gerek dahi duymadılar, içimizdeki taşeronlarıyla halletmeye çalıştılar. Topla tüfekle son gelişleri bir yüzyıl önceydi. Yeni haritalar oluşturuldu. İhtilaflı noktalar haritalara özenle yerleştirildi. Yara oluşturacak tohumlar ekildi. Yedikleri tokatla Anadolu’yu da parçalama emellerine ulaşamayınca bir parantez açıp “Görüşürüz… Bye…” diyerek çekip gittiler.
Şunu çok iyi biliyorlardı; kuracakları vesayet sistemiyle Türkiye’yi kontrolleri altında tutabilir ve içine kapanmasını sağlayabilirlerse, bölgeyi istedikleri gibi yönetebilirlerdi.
İtiraf etmek lazım çok uğraştık. Yokuşlarda susadık. Tırmandığımız her yokuşun sonunda yeni bir yokuş koydular önümüze. Enerjimizi patinajlarda harcadık. Yorulduk…
Ayrışmaya müsait ne kadar farklılığımız varsa kullandılar.Çeşitli kurumlar eliyle vesayetlerini sürdürdüler. Ne zaman millî bir uyanış olsa, itibarsızlaştırıp yok etme yoluna gittiler. Birbirimizi boğazlamamız için ne kadar kirli senaryo varsa sahneye koydular. Baktılar olmuyor, besledikleri terör örgütlerini saldılar üzerimize.
Doksan yıl sürdü parantezi kapatmak.
“İtirazımız var, artık kendi kendimizi yöneteceğiz, sizin değil milletin dediği olacak, Türkiye Anadolu’dan ibaret değildir, Istanbul, Ankara, Diyarbakır kadar Gazze de ilgilendirir bizi Kudüs de, Şam da” dediğimiz anda yeni senaryolar girdi vizyona.
Gezi’yi denediler orta sınıf eliyle… Paralel İhanet içimizin içinden vurdu… DAEŞ’in büyük can kayıplarına mal olan terör saldırıları ve son aylarda Güneydoğu’muzdaki kalkışma provası sahneye konuldu…
Dünya Sistemi, dik duruşumuza karşı şeytani planlarını peş peşe devreye alırken bir şeyi hep unuttu.
Öykü henüz bitmedi ve final cümlesini bu millet yazacak yine her zaman olduğu gibi…