Takvimlerin yaprakları sonbaharda yaprak dökümü gibi düşüyor, bağbozumu gibi bozuluyor. Bahardan bahsederken ise düşmek veya bozulmak ifadeleri hiç de yakışmıyor. Takvim yaprakları yalnızca değişiyor demek geliyor insanın içinden. Önümüzde kaç baharın kaldığını umursamadan bahar bütün ruhumuzu kuşatarak ılık rüzgârlarıyla ciğerlerimizden damarlarımıza ve kalbimize ağaçların özsuyu gibi yürüyüveriyor.
Seher de gece de gökyüzü de herkesin idraki kadardır. Bahar da öyledir işte. Anlayabildiğimiz kadar baharımız olur.
Her bahar, ömür ağacımıza eklenen çiçekler ve gelecekte meyve ümidi ile bir hediye ve ihsan olarak hayatlarımıza ılıkça düşüverir.
Bahar, kendisini yenilemek isteyenlere bir fırsat ikramıdır. Anlayanlar için bedenen, zihnen ve ruhen yenilenmek için en doğru zamandır da.
Bahar, gecenin melankoli ile ezerek çıkardığı ilhama karşı, coşkun bir ilham sunar ve bambaşka görünümlerle karşımıza çıkar.
Japon elmalarının pembe çiçekleri, kirazların, eriklerin, kayısıların; baharın ilk müjdecisi olarak açan kardelenlerin, rengârenk çiçeklerin, elvan elvan lalelerin, erguvanların, yıldız çiçeklerinin, papatyaların ve adını bilmediğimiz renk şölenlerinin dünyanın herdem yeniden haşr oluşunu bizlere hatırlatıyor.
Kışın yeryüzünü beyaz bir kefen gibi örten karların altından önce kardelenler başlarını yükseltiyor; sonra gökyüzünün gözyaşlarıyla toprak sulanıyor; sonra da bereketin kaynağı topraktan hayat fışkırarak geliyor. Gökyüzünün bıraktığı yağışlar, yeryüzünde ırmakları daha gümrah kılıyor, onları coşturuyor. Göller, haznelerine yerden gökten suyu soğurarak topluyor ve kendilerini yeniliyor.
Kışın, ayaz altında buz tutmuş ağaçların odunlaşmış gövdelerine can suyu yürüyor. Her damla su, ağaçların şah budaklarına kılcal damarlarından süzülen özsularıyla önce çiçek çiçek, sonra yaprak yaprak açılıyor.
Baharla göçmen kuşlar hareketleniyor. Kırlangıçlar, leylekler ve alıcı kuşlar, katar katar sıralanıp birbirini izleyerek “biz yine buradayız” diyorlar.
Bahar, rahmetin şefkat, acıma ve merhametin sevgi ve coşkuyla şahlanmanın zamanı.
Bahar dünya şiirinin en çok işlenen konuları arasında.
“Bahar geldi, erikler çiçek açtı
Tırmandı topraktan, tırmandı, tırmandı da
Sessiz gövdede saklı kalmayı bildi
Ve berrak çiçekte alev kesildi” (R. M. Rilke/ Duino Ağıtları)
Divan edebiyatından, hececilere, gariplerden, ikinci yeni ve yeni poetikalara varıncaya dek bahar üzerine yazmayan herhalde yoktur.
Orhan Veli “İmkansız şey
Şiir yazmak,
Aşıksan eğer;
Ve yazmamak,
Aylardan nisansa…”
diyor ya hani…
Hiçbirimiz önümüzde kaç bahar daha kaldığından emin değiliz. Sahip olduğumuz her değerli şey gibi baharın da farkında değiliz belki.
Yığınlar, hayatlarını konumlandırmada ve anlamlandırmada zorlanıyor olabilirler. Yıldızlarla dolu gökyüzünü fark etmeden; üzerine basıp geçtiği yıldız çiçeklerini göremeden; bir gülün kokusunu akciğerlerinin en ücra bronşuna kadar doldurmadan; içtiği berrak suyun lezzetini hissetmeden; saçlarını okşadığı bir çocuğa duyduğu merhameti yüreğinde yaşamadan; sevmeden, saymadan, muhabbet duymadan; kendisine sevgi ve saygı duyan insanlara karşılık veremeden yaşanan milyonlarca hayat… Kimi “dünya penceresinden bir bakıp” geçiveren, kimi boş, kimisi içinden ırmaklar geçen vadiler gibi münbit hayatlar…
İnsanlar, gökyüzünü, yeryüzünü, baharı ve çiçekleri de aynen kendilerini olduğu gibi, büyük şehirlerin insan yığınları ve kuru kalabalıkları arasında ıskalıyorlar. Sanki zahiren yaşıyormuşçasına davranırken içten içe bir suret veya bir kalıp gibi dünyada bir görünüp bir kayboluyorlar.
Ömürlerini biteviye tüketirken ne ballıbabaların üzerine konan kelebekleri; ne arıları, ne de her yıl çağıldayarak kendini doğuran tabiatın büyüleyiciliğini göremeden ömürlerini tamamlıyorlar.
Çevresindeki mevsim değişiklerini bile titreme ve terleme gibi fizyolojik sonuçlarla anlayabilen yığınlar ile gönül insanları ve şairler arasındaki fark da burada herhalde. Çoğuları, çevrelerinde değişen mevsimi, sıcak-soğuk farkıyla anlayacak dereceye düşen, üçüncü tabakası oluşamamış korteksleriyle yabanıl bir hayat sürerek çekip gidiyorlar bu Dar-ı dünyadan.
Önümüzde kaç bahar kaldı bilmiyoruz. Bu baharı, gönül telleriniz titremeden, yeniden ruh ve zihnimizle canlanmadan geçirirseniz kaybınız büyük olacak. Farkına varmadan, elinizden kayıp giden nice bahar için, bu baharı yeni bir başlangıç sayın… Kendiniz, aileniz, sevdiğiniz insanlar ve dostlarınız için bu baharı yaşayın, yaşatın ve yayın…
Yüreklerimizin canlanması yeryüzüne ve gökyüzüne gerçek muhatap olabilmek için başımızı göğe ve gözlerimizi üzerlerimizi örten ağaçların çiçekli dallarına çevirelim…
Murat’a, Veysel’e, Hulusi’ye, Nihat’a, Levent’e, Mahmud’a, Huseyin’e Hami’ye, Ali’ye Mustafa’ya, Şenol’a, Seyithan’a, Hamid’e, Ömer’e, Fatih’e, Yusuf’a, Fethi’ye Cihad’a, Hasan’a, Metin’e, Kamil Ali’ye, Şamil’e, Yunus’a, Artem’e, Naida’ya, Zeyneb’e, Esra’ya, güneşe, Nur’a, Ay’a, kaleme, kâğıda selamla bahara merhaba… Yürekleri ölmemiş, tam aksine dipdiri; geçmişi sırtlanıp geleceğe hazırlanan, efsane gibi yaşayan dostlarımı ve dostlarınızı selamlayarak bahara yürekten merhaba diyorum…