“Onlar Pavlos’un farklı versiyonu!..” – II

Abone Ol

Geçtiğimiz hafta, din ve İslam düşmanlarının, din-i Mübin-i İslam’ı tahrif etmek için, Müslümanları “Allah’la kandırma” yolunu seçtiklerinden söz etmiştik. Bu hafta, konumuzu biraz daha açarak devam edelim inşallah.

Yüce kitabımız Kur’an’ı Kerim’de Fatır Suresi’nin 5. Ayetinde “Şeytan sizi Allah ile aldatmasın” buyurulmuştur. Tevhid dininde irtidata sebebiyet veren kişilerin ortak özelliği; Müslümanların teveccühünü kazandıktan sonra, Kitap ve Sünneti tevilat-ı fasideyle tevil edip, bid’alarla Allah’ın rızasını kazanmanın mümkün olacağını var saymalarıdır. Kaldı ki, bid’alarla, günahlarla dine hizmet edilmez. Eğer edilseydi, Ehli Sünnet vel Cemaat’in bin dört yüz senedir süren “Yetmiş iki fırkayla mücadelesi” olmazdı.

Dikkat edersek, evvela içini boşalttıkları “İslamiyetsiz Müslümanlığı” görürüz. Daha sonra ise sair dinlerin meşruiyetinden(!) dem vururlar. En sonunda da “Hristiyanlaşmış Müslümanlar” ortaya çıkar. Nitekim yakın tarihte, Kazakistan’da beş yüz bin Müslüman genç, Hristiyan yapıldı. (Bid’alarla dine hizmet etmek isteyenlerin, kulakları çınlasın…)

Hatırlanacağı üzere, geçen haftaki yazımızda Pavlos’dan bahsetmiştim. Aslen Yahudi olan bu kişi, Hazreti İsa (as)’nın getirdiği Tevhid dinini, sureti haktan görünerek bozmuştu. İslam dininde irtidata sebep olan, başka bir Yahudi’den bahsetmek istiyorum. Adı Abdullah İbni Sebe.

Aslen Yahudi olan Abdullah İbn-i Sebe, Hazreti Osman zamanında Müslümanları kandırmak için, zahiren Müslüman görünmüştür. Gayesi, alem-i İslam içinde tefrika ateşini yakmak ve Müslümanların birliğini-beraberliğini bozmaktır. Bu mel’un, tarih boyunca alem-i İslam’ın başına bela olan Şii’liğin kurucusudur.İmam Taberi, Tarih’inde konu hakkında şunları aktarmıştır:

“Abdullah İbni Sebe’ San’a (Yemen) Yahudilerinden olup, annesinin ismi Sevda’dır. Rafızîlik inancına ilk davet eden kişi odur. Hz. Osman döneminde Müslüman oldu (göründü). Müslümanları saptırmak için şehir şehir dolaştı. İşe önce Hicaz’dan başladı. Sonra Basra, Küfe ve Şam’a gitti. Ancak Şam tarafında arzuladığı şeyleri gerçekleştiremedi. Hatta Şam halkı onu Şam’dan kovdu. O da Mısır’a gelip oraya yerleşti. Mısırlılara çeşitli şeyler söylemeye başladı. Söylediklerinden birisi de şuydu: “Şaşılacak bir durum. Bazıları İsa’nın geri döneceğine inanıyor, fakat Muhammed’in geri döneceğini inkâr ediyor! Oysa ki Allah Kur’an’da: ‘Ey peygamber sana Kur’an’ı indiren ve ona uymayı farz kılan Allah, kesinlikle seni döneceğin yere döndürecektir” (Kasas, 85) buyurmuştur. Halbuki Muhammed geri dönme konusunda İsa’dan daha önceliklidir.’

“Bir zaman sonra halktan bazıları İbni Sebe’nin bu görüşünü kabul ettiler. Böylece onlar için ric’at (geri dönüş) fikrini oluşturdu. (Ama asıl amacı bu değildi.) Halk onun bu söylediklerini dillendirmeye başlayınca, o ilk dediklerinin üzerine şunları ekledi: ‘Önceki dönemlerde tam bin peygamber gelmişti ve bunların hepsinin geriye bıraktığı bir vasisi vardı. Muhammed’in vasisi de Ali’dir.’ Evet, bu söz çok da itiraz edilecek bir söz değildi. Bunun için de halk tarafından bu fikir de benimsendi. Ama asıl sözünü henüz söylememişti. Bütün bunlar daha sonra dillendireceği şeylerin bir mukaddimesi kabilindendi. Yahudi işini sağlam yapıyor, zehrini azar, azar zerk ediyordu. Zira onun niyeti öldürmek deği,l zihinleri ele geçirmekti. İşte bu noktadan sonra yavaş yavaş Hz. Ali (r.a.) üzerinden planladığı dini tahrif etme ve İslam birliğini bozma projesini, adım adım uygulamaya başladı. Zira din adına konuşan hiç kimsenin daha önce dile getirmediği, çok yeni fikirlerle ortaya çıkmış ve kendisine inanan bir ihanet çetesi oluşturmuştu. Artık bundan sonrası kolaydı. Kendisine teslim olan ahmaklara her istediğini yaptırabilirdi. Nitekim bugün de sapkınlığı açıkça ortada olan birçok kişinin peşinden binlerce insan koşmaktadır.

Taberi devamla şunları anlatıyor:

“İbni Sebe bunun ardından şöyle dedi: ‘Muhammed peygamberlerin, Ali ise vasilerin sonuncusudur’ Bu fikrin yerleşmesi ve taraftar bulması için belli bir süre bekledikten sonra, söylemlerine şunu ekledi: ‘Resulullah’ın vasiyetini caiz görmeyen ve onun seçtiği vasiyi tepeleyerek ümmetin işine el atandan daha zalim kim vardır?’

“İşte bu sözler, zehrini yavaş yavaş kusmaya başladığı noktadır. Sonra işi biraz daha ileri götürerek onlara şöyle dedi: ‘Osman, hakkı olmadığı halde bu işi ele geçirdi. Resulullah’ın vasisi ortadadır. Kalkın ve onu harekete geçirin. Yöneticileriniz hakkında ileri geri konuşun, emr-i bi’l-ma’ruf ve’n-nehyi ani’l- münkeri açıktan yapın. Bu sayede insanların gönlünü çalar ve onları bu işe davet etmiş olursunuz’ Böylece davetçilerini etrafa yaydı ve farklı şehirlerde kafasını karıştırdığı kimselerle mektuplaşarak onları gizlice anlaştıkları şeye çağırdı” (Tarih-i Taberi, 5/347)

Yahudi İbni Sebe yaydığı bu fitne ile Rafızileri ortaya çıkardı. İbni Sebe’nin kurduğu hile ve tuzaklara aldanarak oluşan bu grup, daha sonra Raşid Halife Hz. Osman(r.a.)’ı öldürecek kadar ileri gitmiştir. Mü’minlerin emiri Hz. Ali (r.a.)’nin Halifeliği döneminde ise bu anlayış, önceki döneme göre daha güçlü ve daha görünür hale geldi ve nihayetinde Hz. Ali (r.a)’nin kendisi de bu anlayıştan ve bunu savunanlardan berî olduğunu açıklamak durumunda kaldı. Böylece tarihte Hz. Ebu Bekir (r.a) ve Hz. Ömer (r.a)’e dil uzatma  cür’etini ilk olarak gösteren, İbni Sebe ve onun taraftarları oldu. Öyle ki bâğî olan bu taife, Hz. Ali (r.a)’ye “Allah” diyecek kadar ileri gitti…

Günümüzde, Müslümanları “Allah’la kandırma” yolunu seçen o kadar çok “Şeytan” var ki; bunları saymakla bitiremeyiz. Suret-i Haktan görünerek; Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas’a muhalefet edip; kendilerini terfi, selefi salihini ise tenzil ederek; halkı “idlal” edenler var. Bunlar o kadar ileri gitmişler ki; çok rahat bir şekilde Müslüman’lara “Kur’an ve Hadis okumanıza gerek yoktur” diyerek; zır cahil oldukları halde, Kur’an ve Hadis’e vekalet iddiasında bulunup, halkı kendi şahıslarına davet ederler. Hatta bazılarının isimlerinin önünde “Profesör” unvanı konulanı da var. “Hocaefendi” olanı da!..

Rabbim bizleri, muhafaza buyursun!..