One minute, hocam!

Abone Ol

Bende hatırları büyük üç ismi hatırlamakla başlayayım. Yıl 2004. Darbelerin sonuncusu ve o en sinsisi 28 Şubat’ın gölgesindeyiz. Seçim kazanmışız ama Çankaya’da millet iradesinden hazzetmeyen biri/leri var. Çankaya işgalcisinin engellemelerine rağmen atanan TRT Genel Müdürü Şenol Demiröz, ilk defa ciddi bir Ramazan programı yapmak istiyor. Sunumlar bendenize ve Mim Kemal Öke’ye emanet. Misyonumuzu tek cümleyle özetliyor genel müdürümüz: “Kardeşim, TRT’nin devletin televizyonu değil, milletin televizyonu olduğunu gösterin!” Her hecemde, bu cümle kılavuzluk etti bana. Allah mahcup ve mahzun etmedi.

İkinci isim ise, o sıralar Diyanet İşleri Başkan Yardımcısıydı. Mehmet Görmez! Programların içeriğine dair yapıcı eleştirileri ve zarif tavsiyeleriyle, bıçak sırtında durduğumuz o zor günlerde, teşvikçimiz oldu, olağan şüpheciler nezdinde kefilimiz oldu. Daha sonra, Diyanet İşleri Başkanlığı görevini emanet aldı Görmez Hoca. Sizin de şahit olduğunuz üzere, ‘Diyanet’i, devletin soğuk yüzünün baktığı yer değil, milletin gönlünün aktığı yer yaptı.

Bu iki özel insanı tercih eden elbette ki Recep Tayyip Erdoğan’dı. Erdoğan, 2002 yılından başlayarak, devleti milletin malı yapmak üzere kolları sıvadı. Bunun zor olacağının farkındaydı elbet. Yılların tortusu vardı; çekemeyenler çoktu, bürokratik vesayet alabildiğine küstah ve yüzsüzdü. ‘Kuvvetler ayrılığı’ paravanıyla, millet iradesini perdelemek üzere yetkilendirilmiş rejim nöbetçisi kurumlar işi ‘kapatma davası’na kadar götürdüler. O ‘devlet’, başından beri, milleti ‘devlet malı’ sayıyordu. Neredeyse, TMO’da stoklanmış, miktarı ve kıvamı belli bir malzemeydi millet. Devlet ne zaman milletin eline geçecek gibi olursa, “devletin adamları” milletin eline dipçikle vurdu, darbe yaptı. Devleti, milletten kaçırdı. Darbe anayasasının ‘değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” maddeleri, devletin millete rağmen şekillendiğinin, milleti yok sayarak yürümek istediğinin mührüdür aslında…

Bu notlar bir kenarda dursun.

FETÖ krizinden sonra, ara ara, cemaatlerin Diyanet’e bağlanması dillendirilir oldu. Daha yumuşakça ifade edildiğinde ise, cemaatlerin diyanet tarafından denetlenmesi teklif edilir oldu.

İyi, güzel de; kulağa hoş da geliyor ama…

Birincisi, cemaat dediğimiz; milletin ta kendisidir, gönüllü iyilik hareketlerinin zembereğidir. İkincisi, “cemaat” adına yaslanarak “örgüt”e dönüşmeler, dinin kredisini kullanarak insan sömürmeler, cemaatte saklı saf enerjiyi gözden düşüremez. Devlet, cemaatin bin bir emekle inşa ettiği iyilik harcına değil, örgütlenme tezgâhına laf etsin. Birileri altın diye piyasaya teneke sürünce, altının kıymeti gözden düşmez, elbette. Üçüncüsü, cemaatte saklı gönüllülük ve feragat sayesinde, bu memlekette, adam yetişiyorsa, cemaatler eliyle yetişir, cemaat mensubu insanlar vardır tankın önünde, bayrağın yanında, salânın yankısında… Milletin gönlündeki merhameti, sehaveti ve uhuvveti mayalayan sırdır cemaat ruhu.

FETÖ’nün bize yaptığı darbe, bu kadim ve sahih değerleri suistimal etmesi oldu. Eğer FETÖ’yü gerekçe gösterip, cemaat ruhunu tehlikeli görürsek, FETÖ’nün darbesine yardımcı oluruz, darbeyi gerçekleştirir ve genişletiriz. Hem bunda şaşılacak bir şey yok; elbette ki sahtecilik “cemaat” mayası üzerinden yapılacaktı. Herkes bilir ki, sahtekârlık sahih değerler üzerinden yapılır. Kalpazanlar, en değerli banknotları taklit eder. Geçerliliği olana yaslanarak, geçersiz değer üretir sahtekârlar.

Uzatmayayım.

“Cemaatler” dediğiniz milletin kendisidir, hocam. O millet, sonunda, ağır bedeller ödeyerek, nihayet, devletin sahibi olmuştur. (Bakınız, 15 Temmuz…) Millete ait olan devletin bir kurumu, milleti kendine ait yapamaz.

Müsaade edin, Diyanet’i millet denetlesin. Hakkını verin; Diyanet milletin malı olsun. Millet sahiptir; sahip olunan değil.