Rivayet odur ki Ömer bin Hattap zamanın Mekke’sinde İslam’ı benimseyenlerin kırkıncısı olarak mistik ezoterizmindeki kırk sayısının sırrına anlam katanlardan biri haline gelmiştir. Sevgili Peygamberimizin Amr bin Hişam ile birlikte (namı-ı diğer Ebu cehil) “Allah’ım iki Ömer’den birini bize nasip et” şeklindeki hususi duasını hak edecek kadar önemlidir. İslam ile müşerref olduktan sonra çok büyük hizmetlerin altına imza atmış bir devdir. Nitekim Müslümanlar, ilk defa onunla birlikte Kabe’de namaz kılarak gövde gösterisinde bulunmuş ve gizli gizli büyüyen dinin sosyal anlamda fenomenize olması bu vakayla gerçekleşmiştir. Hz. Hafsa’dan dolayı peygamberimizin kayınpederidir.
Hz. Peygamber, ilk İslam devletinde ona kritik görevler verdi. Çünkü o, Kureyş’in elitlerinden olup İslam’dan önce de çeşitli devlet hizmetlerinde bulunmuştu. İslam bilginleri, Resulullah’ın kendisiyle istişare ettiği pek çok hususta, Onun görüşlerinin vahiyle teyit edildiğini hatırlatarak ender bir danışman olduğunun altını çizer. “Muvafakat-i Ömer” adı verilen bu vakaların sayısı artınca Hz. Peygamber bir gün arkadaşlarına dönüp şöyle demiştir: “Allah, gerçeği Ömer’in kalbi ve lisanı üzere yarattı.” Şarabın yasaklanması ve münafıkların cenazelerine nasıl muamele edilmesi gerektiğine dair hususlar, onun ihtiraz ve itirazlarıyla açıklık kazanmıştır.
İslam’ın ilk neslini oluşturanlar arasında, kusursuz bir itiraz kültür mevcut idi. Belki de onları seçkin yapan özelliklerden biri de buydu. Modern cemaatlerdeki koşulsuz itaat kültürü -vahyin sustuğu yerlerde- Son Peygamber ile Onun için canını vermeye her dem hazır olan arkadaşları arasında mevcut değildi. Bu, bugün yeniden üzerinde düşünmemizi gerektiren bahislerden biridir.
Hz. Ömer, tarihi metinlerimizde yer alıp galat-ı meşhur noktasına varacak kadar yaygınlaşmış olan çeşitli anlatımlar nedeniyle haksızlığa uğramış biridir. Sözgelimi O, cahiliye devrinde, kendi kız çocuğunu diri diri toprağa gömecek kadar zalim biriymiş gibi anlatılır. Hem de bunu -farkına varmadan- Ömer-meşrep olanlar yapar. Böyle düşünülmesinin nedeni, ona ait olan şu ifadelerdir: “Cahiliye dönemi ile ilgili iki şey vardır ki birini hatırladıkça üzülür, diğerini hatırladıkça gülerim. Anımsadığımda beni güldüren şey; yola çıkacağımız vakit, yolculukta bizi koruyacağını umarak helvadan put yapar sonra acıkınca onu yememizdir. Ağlatan şey ise, kız doğduğu için çocukları diri diri toprağa gömmemizdir.”
Yukarıdaki ifadeler, çeşitli metin farklılıklarıyla kaynaklarımızda yerini almış ve buradan hareketle Ebu Hafs (Hz. Ömer), kız çocuklarını toprağa gömme fiilinin faili gibi telakki edilmiştir. Her ne kadar onun hayatının İslam’dan önceki kısmıyla ilgili kaynaklarda pek az veri bulunsa da bu iddianın yanlışlığını ispat edecek kadar malumata sahibiz. Zira aslında muteber hiç bir kaynak, Hz. Ömer’in kendi kızını öldürdüğü bilgisini kaydetmez. Hz. Ömer, bu iki hadiseyi kendi eylemi olarak değil, cahiliye döneminin utanç verici davranışları olarak not etmiştir.
O’nun cahiliyede yaptığı evliliklerden Hafsa ve Fatıma adlarında iki kızı ve Abdullah, Abdurrahman ve Ubeydullah adlarında üç oğlu vardır. Abdullah meşhurdur zira abâdile’den* biridir. Hafsa ise bilgili, kültürlü, yaşadığı çağın az sayıdaki okur yazar kadınından biriydi. Hafsa’nın bu seçkin durumu, Ömer bin Hattap’ın kızına ne kadar değer verdiğini ve kız çocuklarına bakışını anlamamız için yeterlidir.
Kanaatimizce bu vukûsuz şüyûnun epistemik hegemonyasında, Şii etkisi ayrıca araştırmayı hak etmektedir. Zira ilk halifenin belirlenmesindeki ve özellikle “kırtas” hadisesindeki rolünden dolayı Şiilerin ona olan düşmanlığı bir türlü bitmek bilmemiştir. Oysa O, son evliliğini Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın kızları Ümmü Külsüm ile yapmıştı. Düşünsenize! Gerçekten bugün iddia edildiği gibi mezkur iki büyük sahabi arasında imamet meselesinden mütevellit bırakın husumeti, bir tatsızlık vuku bulmuş olsa idi böyle bir akrabalık gerçekleşebilir miydi? Ali meşrep olanların Ömer meşrep olanlarla tarih boyunca güttükleri bu davadan, iki mübarek de varestedir.
Raşit Ömer’i anlatmaya devam edeceğiz.
Baki selam…
*Abâdile: Peygamberimizin vefatından sonra mütefekkir kişilikleriyle öne çıkan dört Abdullah: Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Amr b. As.