Ölümlü olduğumuz bildiğimiz bir gerçek.
Öyle ki kimsenin inkâr edemeyeceği, kimsenin mani olamayacağı, kimsenin başına gelmesinden şüphe edemeyeceği bir gerçek.
Öyle ki ölümlü olmadığını söyleyen bir kimsenin aklından şüphe edilir.
Ölüm aynı zamanda en fazla unuttuğumuz bir hakikat de.
Biz insanoğlunun meselesi ölümlü olduğumuzu bilip bilmeme meselesi değildir; ölümlüymüş gibi yaşayıp yaşamama meselesidir.
Bu kadar açık bir hakikati, bu derece yakinen bildiğimiz bir gerçeği, en fazla, en çok onu unutuyor oluşumuz insanı korkutuyor.
İnsan ölümü unuttuğunda, yapıp ettiklerinin hesabını vereceğini göz ardı ettiğinde hata yapma ihtimali artıyor.
Kendi başımıza gelenler de, dünyanın başına gelenler de ölümü çok unuttuğumuz için geliyor.
Azgınlaşan, yeryüzünde fesat çıkaran insanoğlu ölümü ve hesap vereceğini hesaba katmadığı için böyle davranıyor.
Bir ay önce, bir hafta önce, henüz bir gün ya da birkaç saat önce birlikte olduğumuz, görüştüğümüz, konuştuğumuz tanıdıklarımızı, yakınlarımızı kaybettiğimizde ölüm konuşuyor, herkes/her şey susuyor.
Hayatın zihnimizi meşgul eden tüm meşgalesi, tüm ayrıntılar kayboluyor.
Ölüm haberini aldığımız o an, oracıkta hayat bir an duruyor.
Eşyanın devamlılığı/sürekliliği üzerine kurulu zihnimiz, haberi aldığı ilk an varlığını kabul ettiği, inkâr edemediği ölüm gerçeğini, tanıdığı/yakını olan kimseyi kaybetmeyi kabullenemiyor.
Ama daha sonra insan dünyanın kendisine çağırdığı cazibeye tekrar tav oluyor.
Bu döngü böyle sürüp gidiyor.
Ta ki ölüm bizi bulana dek.
İnsan sürekli acı hali ile yaşayamaz.
Yaşayabilmesi için unutmak bir nimettir.
Sorun hiç hatırlamak istememekte, kafayı kuma sokup ölümsüzmüş gibi yaşamakta.
O sebeple Peygamber Efendimiz a.s. ağızların tadını bozan ölümü sıkça anın diye tavsiyede bulunmuştur.
Yakından tanıdığımız Ömer Döngeloğlu Hoca’nın ölüm haberini aldığımızda şaşırdık ve üzüldük.
Ömer Döngeloğlu Hocayı 52 yaşında Kovid-19 sebebi ile kaybettik.
Hz. Peygamber (sas), sahabeyi, İslam’ı güzel dili ve üslubu ile anlatan o güzel insan yok artık.
Sohbetini dinleyip de etkilenmemek, birkaç damla gözyaşı dökmemek zordu.
Ömer Hoca’da televizyondaki anlatımı ile yakından tanıdığınızdaki hali ve tavırları arasında fark yoktu.
Mütevazı kişiliğine, alçakgönüllülüğüne, insanları sevindirmek için gayretine yakinen şahit olmuş birisiyim.
Televizyon dünyasında olmanın, ünlü olmanın insanı ayartan ve kibirlendiren bir boyutu vardır muhakkak; lakin Ömer Hoca’da bu yoktu.
O artık çok sevdiği, çok anlattığı rahman ve rahim olan Rabbine kavuştu.
Rahmetle, duayla ve Fatihalar ile anıyoruz.