İnsan ömrü, ister 10 yıl ister 100 yıl olsun, bir göz açıp kapayıncaya kadar geçen kısacık bir süre.
Ölüm, kabul etsek de etmesek de varoluşumuzun kaçınılmaz bir gerçeği.
Ne var ki biz ölümlü varlıklar, ölümsüz gibi yaşamayı arzuluyor; ölümü hayatımızdan kovmaya çalışıyoruz.
Ölümle yüzleştiğimizde ise içimiz ürperiyor, ayaklarımızın bağı çözülüyor.
Bu korku ve belirsizlik, insanın en temel duygularından biridir.
İnsan, bilinmeyenle karşılaştığında içgüdüsel olarak korkar ve bu korku, ölümü de kapsar.
Hayatın olduğu yerde ölüm de vardır.
Bu, kâinatın değişmez bir yasasıdır.
Ölüm yaşamın ayrılmaz bir parçası, bir anlamda tamamlayıcısıdır.
Ölüm gerçeğine yabancılaşmak, bizi sadece kendimizden değil; hayatın hakikatinden de uzaklaştıryor.
Ölüme sırt çevirmek, aslında yaşamın özünü anlamamızı engelliyor.
Hayatın sonunun farkında olmak, her anın değerini bilmemizi sağlar.
Her ne kadar ölüm kaçınılmazsa da yaşamın her anının kıymetini bilmek ve ona göre yaşamak da bir o kadar önemlidir.
Yaşamak, yaşam dolu olmak elbette önemlidir.
Hayat zorluklarla doludur ve insan bu zorluklarla mücadele etmelidir.
Bu mücadeleyi ölüme sırtımızı dönerek vermek, kendimizi kandırmaktır.
Ölüm, hayatın bir parçası olduğu gibi mücadelenin de bir parçasıdır.
Onu görmezden gelmek, mücadeleyi eksik bırakmaktır.
Gerçek bir yaşam mücadelesi, ölüm gerçeğini kabul ederek verilir.
Bu kabul, bize gerçek cesareti ve kararlılığı kazandırır.
Doğumla başlayan dünya serüvenimiz ölümle son bulur.
Sevdiklerimizden ayrılmak zorunda kalırız.
Bu ayrılık, büyük bir hasrettir ve elbette ki acı verir.
Ölüm bir yok oluş değil, aksine yeni bir başlangıçtır.
İnanan insan için dünya sadece bir imtihan sahnesidir.
Asıl hayat ölümden sonra başlar.
Bu inanç, yaşamın geçici zorluklarını daha katlanılabilir kılar ve insanı motive eder.
Ölümün bir son değil de bir geçiş olduğunu düşünmek, yas sürecini de kolaylaştırır.
Dünyaya sıkı sıkıya bağlanmak, ölümü unutmak bizi sadece maddi değerlere odaklı, ruhsuz varlıklara dönüştürür.
Ölümü hatırlamak, hayatın kıymetini bilmek ve ona göre yaşamak bizi asıl gayemize yani maneviyatımıza yaklaştırır.
Ölüm hayatın anlamını derinleştiren, bize her anın değerini hatırlatan bir öğretmendir.
Ölümlü olduğumuzu bilmek, hayatı daha dolu dolu yaşamamıza vesile olur.
Bu bilinç, günlük yaşantımızda daha anlamlı ve daha farkındalık dolu anlar yaşamamıza olanak sağlar.
Ölüm hepimizin ortak kaderidir ve bu kaderden kaçmak yerine, bu gerçekle uyumlu yaşamalıyız.
Peygamber Efendi’mizin (s.a.v.) buyruğuna kulak verelim: "Ağızların tadını bozan ölümü çokça anın."