Bir adam, yürürken arkasından bir aslanın koştuğunu görür. Hızla kaçarken tam önünde bir kuyu vardır ve hızla kuyuya iner. İpe tutunarak kuyuya inerken alt tarafta büyük bir yılan görür. Yılan hızla buna doğru gelirken; ne yapacağım şimdi der? Alt tarafta yılan, üst tarafta aslan. Tam bunları düşünürken iki farenin biri beyaz diğeri siyah ipi kemirmekte olduklarını fark eder. Tam da bu esnada yüzünde bir ıslaklık hisseder. Bir arı yüzüne bir damla bal bırakır ve balın tadı damağındayken… Uyanır. Oh be rüyaymış der. Rüyasını hikmet sahibi bir bilgeye anlatır. Rüyamın yorumu nedir, der. Anlamadın mı der bilge gülerek. Peşinden koşan aslan ölüm meleğidir. İçinde yılan bulunan kuyu senin mezarındır. Sarıldığın ip senin hayatındır beyaz ve siyah fare gece ile gündüzdür ömrünü kemirirler. Peki, o bal nedir dersen? Dünyanın geçici lezzetleridir, verilen nimetlerin arkasından hesap olduğunu unuttururlar.
Hiç ölümü yakıştırmadığımız sevdiklerimiz,ansızın aramızdan bir bir ayrılıyorlar ve ayrılırken de bu dünyanın ebedi olmadığını, hiç ölmeyecek gibi yaşadığımız bu dünya hayatının bir sonu olduğunu ve o gerçekle er ya da geç karşı karşıya kalacağımızı haykırarak. Uğurladığımız ölüler bize öylesine önemli dersler vererek aramızdan ayrılıyorlar ki: yaşadığımız anın ne kadar kıymetli olduğunu, koşuşturmalarımız esnasında ihmal ettiklerimizi, imkânımız varken sevdiklerimizle zaman geçirmemiz gerektiğini, kırdığımız, üzdüğümüz, yanlış yaptığımız birindengeç olmadan özür dilememiz gerektiğini…
Ölüm ansızın bizi gelip bulmadan hazır olmak gerekiyor. Her an hazır olmak, hesaba çekilmeden kendimizi hesaba çekmek gerekiyor. Yaşarken neyi eksik bırakıyoruz?Neleri ihmal ediyoruz?
Nimetin kıymetini en iyi kaybeden anlar. Gençliğin kıymetini ihtiyarlara, sıhhatin kıymetini hastalara, zenginliğin kıymetini yoksullara, boş zamanın kıymetini sorumluluklarına yetişemeyenlere sormak lazım. Böylece belki neyi tükettiğimizin farkına varabiliriz.
Allah Teâlâ’nın kulları üzerindeki nimetleri sayılamayacak kadar çoktur. “Allah’ın nimetini sayacak olsanız sayıp bitiremezsiniz.” (İbrahim, 34) ayeti bu hakikati bildirir. Ancak bu nimetler içerisinde beş tanesi insan için büyük öneme sahiptir. O yüzden Hazreti Muhammed (S.A.V.) bu beş nimetin ganimet bilinmesi tavsiye edilerek şöyle buyurmuştur:“Beş şey gelmeden evvel beş şeyi ganimet bil:“İhtiyarlık gelmeden gençliğini, Hastalık gelmeden sıhhatini, Fakirlik gelmeden zenginliğini, Meşguliyet gelmeden boş vaktini, Ecel gelmeden hayatını…”(Hakim, Müstedrek, 7846)
Sözlüklerde “her türlü lütuf, iyilik, ihsan” demek olan nimet, kulun önüne Rabbi tarafından cömertçe serilen ilâhi sofranın adıdır. Bunun karşılığında kuldan istenen şey, kendisine verilen nimeti yâd edip (Mâide, 11), yaratıcısına karşı şükür borcunu yerine getirmesi (Nahl, 14) ve onlarla Rabbine yaklaşmaya yol aramasıdır.
Nimet bu yönüyle, verileni görmek, verene şükretmek, vermedi diye üzülmemektir. Dünyadaki hiçbir nimet kalıcı değildir, bir gün elden çıkar gider. İhtiyarlık gençliğin, hastalık sıhhatin, fakirlik zenginliğin, meşguliyet boş vaktin ve nihayet ölüm dünya hayatının sonudur.
Sahip olduğumuz her anı iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Şunu unutmayalım ki, zaman hiç kimseyi beklemiyor. Dün artık mazi oldu. Tekrar getirmek mümkün değil. Yarın ise ne olacak belirsiz. Bugün ise avuçlarımızın içinde bize sunulmuş bir nimet! Bu nimetin kıymetini bilmeliyiz.
“Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden
İşte yeni bir dünya peygamber sözlerinden
Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm”(Erdem Bayazıt/Güzlek, 1971)