Okula da giderim, orucumu da tutarım…

Abone Ol

İlk orucunuzu ne zaman tuttuğunuzu hatırlıyor musunuz? Eminim, yarım yamalak da olsa birçoğumuz o muhteşem günü hatırlıyordur. Çünkü ilkler hiç unutulmaz! Orucu, kaçan bir şey olarak hayal edip kovalayıp sonra da tutulacak bir şey olduğunu düşündüğünüz o üçlü-dörtlü yaşlarınızdan falan bahsetmiyorum. Bilakis, aklımızın olana bitene artık ufak ufak yetmeye başladığı dönemlerdeki ilk orucumuzdan yani tekne orucumuzdan bahsediyorum. Büyüdüğümüzü dost-düşman herkese ispat etmek için, o küçücük bedenlerimizle öğle ya da ikindiye kadar tuttuğumuz ve ilk bocalamaya başladığımızda annemizin telaşlı gözlerle bir elinde tepsi diğer elinde su ile imdadımıza yetiştiği oruçlarımızdan bahsediyorum…

Bir çocuk olarak bizim için Ramazan, birazcık merak, birazcık eğlence ve biraz da büyüme arzusu demekti. Essahtan oruç tuttuğumuzu sandığımız ve günün herhangi bir saatinde sadece şahsımıza münhasır kurulan o minicik sofralardan aldığımız haz ve gurur, sanırım birçoğumuzun hafızasında hala yerini korumaktadır. Hele hele bir de adam yerine konulup geceden sahura kaldırıldık mıydı değmeyin keyfimize! İşte o zaman hiç tartışmasız sen artık büyüdün demekti. Oruçlu olduğumuzu unutup yediğimiz yemekler görmezden gelinir, orucumuz asla sekteye uğramazdı. İşte bu da orucun en saf haliydi… Çocukken tutulan tekne oruçları hayat boyu unutulmaz ve anlata anlata bitirilemeyen hatıralar arasında yerini alırdı. Hele hele bir de büyüklere satılıp karşılığında para ya da bir hediye alındıysa zinhar ama zinhar unutulmazdı…

Örf, adet ve geleneklerimiz birçok pedagoglara (çocuk gelişim ve eğitimcisine) taş çıkartırcasına çocukları hayata hazırlar ve onları birçok konuda eğitirdi. Mesela tekne orucunu tutan bir çocuk günü rahat geçirsin ve açlığını hatırlamasın diye bir dediği asla iki edilmezdi. Caddelerde ve oyun alanlarında gezdirilir, sırtta taşınır ve onun seveceği iftarlıklar derhal alınırdı. İftar sofrasında başköşeye oturtulur, şahsına iltifatlar gırla giderdi. İşte tüm bunlar, çocuğun zihninde silinmeyen izler bırakır ve çocuk tekrar oruç tutacağı günü adeta iple çekerdi.

O zamanlar kimsede şimdiki gibi akıllı telefonlar falan yoktu. Yapraklı takvimler her evin olmazsa olmazıydı. İmsakiye vardı, lakin mübarek sanki bulunmaz Hint kumaşıydı piyasada çok az bulunurdu. Çocukların iftar saatini bekleyip, top atıldığını veya ezan okunduğunu hep beraber bağıra bağıra ailelerine haber vermeleri, Ramazan boyunca her gün tekrarlanan muhteşem bir törendi. Vermiş oldukları bu haberle birlikte iftar sofrasındaki kalabalığın oruçlarını açması onlar için muazzam bir mutluluk kaynağıydı. Köylerde yaşayan çocuklar sanırım biraz daha şanslılarmış. Çünkü ilk kez oruç tutan çocukları dedeleri ödül olarak sırtında taşıyarak köyde tur attırırlarmış. Bu durumu gören her köylü, çocuğu anlından öperek tebrik eder ona harçlık verirmiş. Muhteşem bir gurur…

Kıymetli dostlar sizler de çok iyi biliyorsunuz ki ağaç yaş iken eğilir.  Çocuklarımıza daha küçük yaşlarda iken bu dini değerlerimizi öğretmek zorundayız. Sahura kalkan, açlığa ve susuzluğa dayanan, iftarı bekleyerek oruç tutan bir çocuğun ruhu, bilesiniz ki artık olgunlaşmaya başlamıştır. Ve bir süre sonra dayanamıyorsan tutma koçum! Şakasına bile muhatap olacaktır. Bütün iyi ve kötü alışkanlıklar küçük yaşta iken başlar. Onun için tüm ibadetleri çocuklarımıza sevdirerek alıştırmalıyız. Ebeveynler çocuklarını oruç ibadetine alıştırmakla esasen; yaşlarının küçük olmasına rağmen nefislerine hâkim olmalarını, susadıklarında su içmemelerini, acıktıklarında yemek yememelerini öğretmiş olurlar. Oruç onlara sabretmeyi ve beklemeyi öğretir. 0-7 yaş, çocuklarda kişiliğin oluştuğu ve temelin atıldığı bir dönemdir. Çocuklar kendilerine söyleneni değil bilakis ailede uygulananı ve kendisine yaptırılanı öğrenir ve benimserler. Yani çocuk büyüklerinden ne görüyorsa aynen onu taklit eder ve öğrenir. Çocuklarımız ailemizin ve ülkemizin geleceğini emanet edeceğimiz umut fidanlarımızdır. Ne kadar o fidanları sağlıklı ve iyi yetiştirirsek gelecek günlerde o kadar mutlu, huzurlu ve başarılı oluruz.

Oruç ikliminden büyükler olarak bizler uzaklaşınca oruç tutan çocukları da görmek artık pek mümkün olmuyor. Yoksa acaba çocukluk dönemi diye bir şey mi kalmadı? İftar vakti sessizleşen caddeler, fakirlerin ağırlandığı bereketli iftar sofraları, davetler, ışıl ışıl camiler, camilerde çocuk sesleri maalesef hızla azalıyor. Artık uykulu gözlerle yapılan sahurları, iple çekilen iftarları, iftar vakti kuruyan dudakları arar olduk…

Filozof Jim Rohn ne diyordu? ‘’Bir şeyi yapmak isterseniz, bir yolunu bulursunuz. İstemezseniz de bir bahane bulursunuz’’  Buluruz değil mi? Buluruz buluruz… İlerlemiş yaşına bükülmüş beline bakmadan ‘’şekeri, tansiyonu ve dahi kan şekerini’’ bahane etmeden, oruçlarını eksiksiz tutan büyüklerimizin ellerinden,‘’dersleri ve sınavları’’bahane etmeden, beti benzi atmış yarı uykulu bir şekilde, hem okula gidip hem de oruçlarını tutan tüm çocuklarımızın gözlerinden öpüyorum.  Allah(C.C) tutmuş olduğunuz tüm oruçları dergâh-ı izzetinde kabul buyursun inşallah…

Selametle..