Öğretmenlerimizin boynunun borcudur…

Abone Ol

Hamdolsun ecdat yadigârı güzel ülkemde, üç ay gibi uzunca bir yaz tatilinden sonra, sorunsuz bir şekilde 18 milyondan fazla öğrenci ve 1 milyondan fazla öğretmen için yeniden ders zilleri çalmaya başladı. Yeni eğitim ve öğretim yılımız ülkemize, geleceğimizin teminatı evlatlarımıza ve tüm eğitim camiasına hayırlı olsun inşallah. Bugün itibarı ile ders başı yapan 18 milyon öğrencimizin bu tatlı telaşına; ebeveynlerini, öğretmenlerini, okul çalışanlarını ve servis personelini de dâhil ettiğimizde süreçten direkt etkilenen kişi sayısı sanırım 50 milyonu geçiyor. Evet, bu devasa rakama nereden bakarsanız bakın, gerçekten çok ciddi bir efor, sinerji ve sirkülasyon söz konusu. Eğitim açısından bakın, ekonomi açısından bakın, sosyolojik açıdan bakın, kültürel açıdan bakın, yani nereden bakarsanız bakın, evet rakam çok büyük ve konu çok önemli…

‘’Eğitimde kıyameti koparmamız gerekiyor’’ diyen çiçeği burnunda Milli Eğitim Bakanımız Sayın Ziya Selçuk Bey’i, Türk eğitim sistemi içerisinde birikmiş çok önemli sorunlar bekliyor. Sayın bakandan, işin içerisinden gelen birisi olduğu için, beklentiler oldukça yüksek. Gerek camiada gerekse toplumda çok güzel bir hava yakalayan Bakan Selçuk, eğitim sistemimizin ve camianın bütün sorunlarına hâkim. Şimdi bu köşe yazımda ben bu sorunlara değinmeyeceğim. Zaten konu ile alakalı sorunlar, uzmanlar tarafından enine boyuna defalarca uzun uzadıya konuşuldu, yazıldı, tartışıldı…

Âcizane büyük resme baktığımda ve çözülmesini yıllardır arzu ettiğim iki husus var. Kısaca ve dilimin döndüğünce sizlere onlardan bahsetmek istiyorum. Bunlardan birincisi; Elbette her ana- baba doğal olarak kendi evlatları için; ‘’evladım okusun doktor olsun, okusun hâkim olsun, okusun mühendis olsun, okusun öğretmen olsun istiyor.’’ İstiyor ki itibarlı, prestijli, rahat bir hayat sürsün. Peki, ama herkes hâkim, doktor, mühendis, öğretmen olacak olursa diğer işleri acaba bu ülkede kimler yapacak? Kaldı ki doktorların dışında (Mevcut gidişata göre 8 yıl sonra doktor ihtiyacı da kalmıyor) şu an avukatların da, mühendislerin de, öğretmen adaylarının da büyük bir kısmı boş geziyor ya da mesleğinin dışında farklı işleri yapıyor.

Lafın düzünü konuşalım mı? Kabul edelim ki birçoğumuz yaptığımız işi severek yapmıyoruz… Çünkü kendi istediğimiz bölümü okumayıp, ebeveynlerimizin istediği bölümü okuduğumuz için… Hal böyle olunca da ne iş hayatımızda, ne de özel hayatımızda bir türlü başarılı ve mutlu olamıyoruz. Çünkü her ne kadar belli etmemeye çalışsak ta mesleğimizi içimiz kan ağlayarak, yeteneklerimizi hiçe sayarak ve dahi görmezden gelerek icra ediyoruz…

Çünkü anne ve babalarımız yıllar öncesinden, henüz bizler daha çocuk iken öyle uygun görmüşler değil mi? Onlar ‘’Havuz problemlerini çözebilen bir çocuk hayattaki bütün problemleri çözer’’ zannediyorlardı… Bu nedenle farkında olmadan sürekli olarak o küçücük bedenlerimizi ve ruhlarımızı ezdiler… Güneş yüzü görmedik, çocukluğumuzu doğru dürüst yaşayamadık, adeta yarış atı gibiydik. Okuldan dershaneye, dershaneden etüde koşturduk… Henüz daha ağzımız süt kokar iken, sınavdan sınava koşturarak, başarısızlık duygusunu çok küçük yaşlarda tattırdılar bize. Esasen böyle yapmakla yine farkına varmadan bizlere neleri yapabileceklerimizi değil de, neleri yapamayacaklarımızı öğrettiler… Oysa şu hayat denen şölende, Allah-u Teala herkesin rızkını, becerisini, yeteneğini farklı, farklı yaratmışken…

Sonuç itibarı ile geldiğimiz noktada çevremiz işini sevmeyerek yapmaya çalışan bir sürü hımbıl ve mutsuz insanlarla doldu… Ve ülkemizde artık sanatkâr da yetişmiyor biliyor musunuz? Ve dahi Türkiye genelinde ustaya, kalfaya ve ara elemana o kadar ihtiyaç varken… Herkes doktor ve mühendis olursa, ara işleri deyin hele kim yapacak? Kıymetli dostlar demem o ki; Bakanlığımızın bana göre acilen eğitimde bir takım hızlı düzenlemeler yaparak ve kesinlikle insanı merkeze alarak, okuyan çocukların yeteneklerine göre daha çok küçük yaşlarda iken doğru yönlendirmede bulunması gerekiyor.

Diğer düzelmesini arzu ettiğim konu ise liyakat meselesidir. Daha doğrusu evlatlarımızı hayata hazırlayan öğretmenlerimizin yeterliliği konusudur. YÖK’ü de işin içerisine dâhil ederek, bir eğitimci bakan olarak Milli Eğitim Bakanımızın, ‘’eğitim kalitesini arttırmanın yolunun, öğretmen niteliğini arttırmaktan’’ geçtiğinin farkında olduğunu düşünüyorum. Ne demek istediğimi küçük bir örnekle müsaadenizle açıklamak istiyorum. Takip ettiniz mi bilmiyorum ama, eğitim fakültelerinden mezun olan öğretmen adaylarının son 2018 KPSS alan bilgisi sınav ortalamaları gerçekten içler acısı durumda idi… Sorulan 50 sorudan, adaylar ortalama 12-13 doğru çıkarır iken 100 üzerinden 25-30 ortalama puan aldılar… Bu şekildeki öğretmen adayları ile eğitim kalitemizi arttırmamız asla mümkün olamaz. Çünkü bilmedikleri bir şeyi başkasına asla öğretemezler!..

Ezcümle demem o ki dostlar; evet doğrudur genç ve dinamik bir nüfusa sahibiz. Geleceğe dönük çok büyük iddialarımız var. Öyleyse, Milli ve manevi değerlerimizi özümsemiş, vatanına, bayrağına, ezanına sahip çıkacak, özgüveni yüksek, vizyon sahibi, istikbalimizin teminatı nesiller yetiştirmek önce öğretmenlerimizin, sonra hepimizin boynunun borcudur.

Bu vesile ile; emanet ettiğimiz evlatlarımızı kendi evladı gibi bilen, aldığı ücreti son kuruşuna kadar helal ettirmek adına, ezberlere teslim olmayan, gece gündüz özveriyle çalışan, tüm fedakâr, cefakâr öğretmenlerimizin ellerinden öperim.

Allah’a emanet…