İnsan belli bir birikime ve yaşa geldiğinde içinde bulunduğu dünyaya artık farklı bir gözle bakmaya başlıyor. Çünkü dünya hızla değişiyor ve yaşadığımız bu hızlı değişim bizim hayatımızı da değiştiriyor. Bu dünyaya dair bildiğimiz her ne varsa hızla eskir iken tecrübelerimiz de artık yetmemeye başlıyor. Dolayısıyla ışık hızındaki bu hızlı değişim, hepimizi yeni bilgiler edinmeye mecbur bırakıyor. Kafanızı çok karıştırmadan ve çok da bulanık cümleler kurmadan aslında diyorum ki: “Bundan böyle bilmemiz artık kâfi gelmeyecek ve yeniden öğrenmemiz gerekecek!” İthal malı ezber ideolojilerde buraya kadarmış. Yeni çağa ayak uydurabilmek için; sürekli kendimizi yenilemeliyiz ve her daim içimizdeki öğrenme isteğini canlı tutmalıyız. Neydi sloganımız “Uyuma! Uyursan ölürsün…”
Kıymetli dostlar; kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer,39/9) diye buyuran yüce Rabbimiz, bu ayet-i kerime ile ‘bilenler ile bilmeyenlerin’ asla eşit olmayacağını, sürekli ilim öğrenmemizi ve öğrendiğimiz ilimle de amel etmemizi bizlere emretmiştir. Her şeyi en iyi bilen, Alîm ve Hakîm olan Yüce Rabbimiz insana ilmi farz kılmış, ilimle meşgul olmayı ibadet saymıştır. Yani öğrenme ihtiyacı öyle kendiliğinden falan ortaya çıkmamıştır. İnsan için bu durum ilahi bir emir ve fıtri bir durumdur. Dolayısıyla insan hayatının önemli bir kısmını öğrenmeye adamalıdır. Esasen zekâsını bilemiş imanlı bir insanın öğrenmek için öyle çok fazla şeyler yapmasına gerek de yoktur. Çevresine ‘Allah’ın nuru ile bakması’ esasen yeterli olacaktır. Çünkü öğrenmek; her durumda, zaman ve mekân gözetmeksizin ‘yaşayarak ve düşünerek’ yapılabilen bir aktivitedir. Bakmakla, görmek elbette farklı şeylerdir. Ne diyordu atalarımız; “Bakmakla usta olunsaydı kediler kasap olurdu.” Elbette ‘yaşayarak öğrenmek’ bedeli en yüksek öğrenme biçimidir. Lakin gerçekten mühim şeylere imza atmak istiyorsanız; kalbinizle düşünecek, aklınızla öğreneceksiniz! Hem bilesiniz ki öğrenme ihtiyacı yatağını arayan bir sel misali öyle kendiliğinden falan da ortaya çıkmaz. Ne zaman ki sahip olduklarınızın ve bildiklerinizin artık yeterli olmadığını fark edersiniz, işte o zaman benliğinizin zindanına mahpus olmaktan kurtulur, düşünmeye ve yeni yollar aramaya başlarsınız…
Ezcümle demem o ki kıymetli dostlar; ‘Eğer hayata sıkıca tutunayım da tekerim tümsekte kalmasın’ diyorsak, bilgimizi sürekli yenilemek zorundayız. ‘Zekâların savaşını’ yaşadığımız bu dönemde bilginin raf ömrü artık iyice kısalmıştır. Bildiğimiz her şey, daha biz onu kullanırken eskimeye başlamaktadır. Öğrendiklerimizle koca bir ömür tamamlama işi eskidenmiş. O iş bitti artık! Bu ahir zamanda aklın bayrağını omuzlayan her insanın en büyük başarısı; kazandığı tecrübe ve öğrendiği yeni bilgiler olacaktır. Unutmayın! Her düşüş bir öğreniştir! Bir insan sahip olduğu bütün varlıkları bir anda kaybedebilir. Bilgi ve tecrübesi ise, insanın kaybetmeyeceği tek varlığıdır. “Köpek suya düşmeyince yüzmeyi öğrenemezmiş” Yaşananlardan ders almak ve bir şeyler öğrenmek hayatın vazgeçilmez bir parçasıdır. Ve hayat boyu öğreneceğimiz şeyler asla bitmeyecektir. Arthur Miller ile bitirelim.
Öğrenmenin de maliyeti vardır…
Önceden öğrenenler indirimli fiyattan öğrenir;
Otoriteden öğrenenler özgürlük bedeliyle öğrenir;
Deneyerek öğrenenler etiket fiyatından öğrenir;
Hayattan öğrenenler gecikme zammıyla öğrenir;
Hayattan da öğrenemeyenler boşa gitmiş hayatlarıyla öğrenirler…
Selametle…