Kırgınlıklarım, kızgınlıklarım, küskünlüklerim neticesinde vereceğim her tepkimi “çocukken nasıl yapardım?” sorusuna verdiğim cevapla dengeliyorum.
Size garip gelmesin, “büyüdük, yetiştik, neredeyse yaş kemale erecekken ne diye çocukla reflekslere geri dönelim?” gibi bir itiraz geliştirmeden önce birkaç satır daha okuduğunuzda bana hak vereceğinize inanıyorum.
Evet büyüdük, büyürken öğrendik. Öyle çok öğrendik ki, uygulama sahası bulamaz olduğumuzda, farklı branş bilgilerini birbirimizle paylaşır olduk. Hatta abarttık ve “İşi ehline vermek” düsturunu unuttuk. Hastalıklardan, arabalardan, sayfiyeden, diyetlerden, yemeklerden, şifalı otlardan, cilt bakımlarından ve daha nice alandan bilgilerimiz var ceplerimizde. Taşacak kadar çok.
Dünya hevesimizin çokluğuyla orantılı bilgi sahibiyiz. Hepimiz…
Doğru artık çocukluğumuz geride kaldı ve bizler kimimiz erişkin, kimimiz yetişkin vasıflarımızı kuşandık. Fakat öyle sanıyorum ki, öğrenmek, ruhumuzun saflığının izharı, izahı olan masumiyetimizi zedelemek için değil, cehlimizden kurtulmak içindi.
Öğrenmek, öğrendiklerimiz arasından en hayırlısını seçip kamil olma yolculuğumuzda istifade edebilmek içindi.
Öğrenmek, ruhun orijinal kodlarını hiçe saymadan hayatlarımızı imar ve inşa etmekti.
Öğrenmek, kendimizi bilmekti.
Öğrenmek Yunus’ca bir yol alışın biçimiydi.
İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin,
Bu nice okumaktır!
Öğrenmek edep dairesinde, adaplıca bir seyirdi.
İlim bir tac imiş Nuru Hüda’dan
Giy ol tacı, emin ol her beladan
İlim etmek için ettim talep
Gördüm ilim geride kaldı
İlla edep, illa edep
Öğrenmek, bilgiler arasında lazım olanı seçerken, ruhumuzun dili masumiyet ile ölçüp biçmekti.
Öğrenmek, öğrendiğimizin ruhumuzla uyum içindeki haliydi.
Öğrenmek, insanlığımızdan taviz verecek zararlı bilgileri ruhumuza kodlanmış cevher hükmündeki kodlarla ayırt edebilmekti.
Bunun ayırdına varınca, zihnimde taze bir vaha açıldığını hissetmiştim. Belki bildiklerimin çoğu çöl hükmünde, fuzuli şeylerdi. Ama ruhumla hasbihal etmem gerektiği kanaatine varınca, tüm fazlalıklar yüz bulamadığı için zamanla zihnimden çekiliverdi.
O vakit kararlar aldım.
Bildiğim nem varsa arınmak diliyorum meselâ…
Sadece saflaşabilmek için…
Yeniden başlayabilmek için…
Hatalarımdan ricat etmek, hileye, hurdaya ardımı dönebilmek, çokbilmişliklerimden vazgeçebilmek için…
Şimdi bir eşikteyim. Farklı bir kapının aşılması gerekli olan kendimi aşma eşiğindeyim. Etrafımda yetişkinler kadar çocuk olması dikkatindeyim. Bir o kadar genç…
Büyüdüm, yetişkinlerle, yaşıtlarımla dünya meselelerini konuşmaktan büyük istifadeler edindim. Ancak, tüm problemlerin ardında, geleceğe dair taşıdığımız kaygıları fark ettikten sonra en kıymetli istifadem, bizi aynı dile konuşmaya eriştirecek ruhumuzun dilini yeniden edinmem gerektiği oldu. Ve çocukları, masumiyet mektebi bildim. Çünkü bu mektebin dili henüz kirlenmemiş, hesapkar eğilimlere yönelmemiş, saflığını, samimiyetini yitirmemiş çocukların kalbinde saklıydı ve onların ruhu bana beni hatırlatıyordu.
Bu tespitten sonra çocuklarla ve gençlerle olmaya özen gösterdiğimde fark ettim ki, aramızda ne açılan mesafeler vardı ne jenerasyon farkı yaşanıyordu ve ne de kuşaklar arası çatışmalar kalmıştı…
Bu sebeple heyecanlıyım. Umudum her zamankinden çok. Ama yalnız olmaz! Bir başıma aşamam bu eşiği. Yol arkadaşlarım olmalı. Bu satırlara gözleri değen sizlerle, dostlarımla, sesimin, sözümün eriştiği kalplerle geçmeliyim o eşiği ki, pes etmek ihtimalimde gayretinden etkileneceğim dostlarım olsun.
Hepimiz fıtratımızın orijinal dilini kuşanalım ve ruhumuzun masumiyet dili ile çocukların saf bakışlarını masumiyet mektebi olarak kabul edelim ve seyredelim. Öyle inanıyorum ki, bizi bölüp parçalamak için icat edilmiş her ne varsa tümünün üstesinden gelebilecek bir yol haritamız olacak. Genci yaşlısıyla, büyüğü küçüğü ile kol kola girerek yol alacağız. Bizi görenler gıptayla bakacak. Düşmanlarımız mı? Onlar da şaşıp kalacak!