Bu yazıyı Mardin’de yazıyorum. Vatani görevini yedek subay olarak yapan oğlumun askerliğini bitirmesi vesilesiyle geldik. Onu da alıp dönüyoruz.
Birkaç gün Nusaybin, Midyat, Kızıltepe ve Mardin’de gezip farklı ortamları gözlemleme fırsatı buldum. Onları ayrı bir yazıda ele alacağım nasipse.
Burada olduğum süre zarfında yaşamaya mecbur olduğumuz gündemin biraz dışına çıkıp düşünmeye ve yeni değerlendirmelere vaktim oldu.
Yaşamakta olduğum ve ülkenin başkenti Ankara’dan kilometrelerce uzakta ve başka yerlerde nelerin yaşandığını, insanların nelerle meşgul olduğunu gözlemleme fırsatım da oldu. Çok önceden düşündüğüm hususu sizlerle de paylaşmaya karar verdim
Dayatılmış, mecbur kaldığımız gündemleri ve yöntemleri herkesin gözden geçirip güncellemesi ve yenilemesi gerektiği bir mecburiyet halini aldı.
Objektiflerde/kameralardan ırak olun, gönüllerden değil
Başlığı çok uzun olmasın diye böyle seçtim.
Daha kapsamlı olarak cümleyi şöyle kurmak mümkün: Mütemadiyen objektifler önünde boy göstermek artık faydadan çok zarar verir bir hal aldı.
Yani yapılan iyi ve güzel şeyleri hemen herkesin görmesi bir mecburiyet mi?
Artık her ne yapıyorsak/yapacaksak kamerasız yapmalıyız. Kanaatim odur.
Sonuç alınamıyor hatta buram buram samimiyetsizlik kokuyorsa çok fazla kişiye erişilse, tüm dünya bilse ne olur?
Samimiyetsizlik oluşturacak şeyleri terk etmek n doğru yol.
Devir ne yapacaksan kameralardan ırak bir şey yapma devri.
Örneklik teşkil etsin diye yapılan iyi ve güzel şeyleri çarşaf çarşaf her platformda gözlere sokmak ve gözlere aşırı rahatsızlık vermek yerine bire bir temaslar her manada olumlu neticeler verecek.
Daha seçici, olabildiğince kameralardan uzak, insanların görüp bilmesi ve taktir etmesinden ziyade Rıza-i ilahi için yapılan her şeyin bereketi göreceksiniz daha fazla olacak.
Bu ifade etmeye çalıştığım husus her alanda, herkes için geçerli olmalı.
Siyasetçiler, bürokratlar, sivil toplum gönüllüleri tabir caizse tribünlere değil gönüllere hitap etmelidir.
Yani aslında olması gerekene geri dönülmeli.
Diğer bir deyişler vakit ortalıktan, göz önünden kaybolma vakti
Vakit kaybolma vakti dediysem ortalıktan değil objektiflerin önünden kaybolmayı kastediyorum.
Gereksiz olarak haddinden fazla kamera, cep telefonu ve fotoğraf makinelerinin objektiflerinin önünde yer alıyoruz. Bilhassa teknolojinin ve dijital dünyanın gelişmesiyle her şeyimiz mekanikleşti, dijitalleşti.
Fotoğraf makinelerinin dijital olmadığı, fotoğrafların filme kaydedilip banyo edildikten sonra kağıda basılmaya ihtiyaç duyulduğu dönemlerde bu denli objektiflerin önünde zaman harcamıyorduk.
İlk başlarda örneklik teşkil etmesi ve teşvik babından yapılan faaliyetlerin kayıt altına alınması makul bir şeydi.
Ama geldiğimiz noktada iş çığırından çıktı ve tabiri caizse kabak tadı vermeye (kabak gibi çok güzel bir nimete hakaret olmasın ama kabak tadı vermeye başladı.
Neticesi, samimiyetten uzak, buram buram riya kokan ve yapılan işleri değersizleştirmeye başlayan objektiflerin önünde
Daha sade olmaya ve görünmeye ihtiyacımız var.
Hele de yapılacak olan hayır-hasenat işlerinin her anının kayıt altına alınması faydadan çok zarar vermeye başladı.
Truman Show filmini geçtik. Kameralarla kayıt altına alınmayan, objektiflerin üzerimize çevrilmediği anları arar olduk.
Sadece bizlerin bile-isteye kayıt altına aldıklarımızdan bahsetmiyorum. Farklı güvenlik kameraları ve mobeselerin olmadığı yer kalmadı neredeyse.
Tuvaletlere girildiğinde dahi gayrı ihtiyari “kamera var mı” diye bakmaya başladık.
Neredeyse paranoyaya dönüştü bu durum kimileri için. Aslında tam bir cinnet hali.
Bu hususta bir değil birkaç yazı yazmak bile yetersiz kalacak gibi. Şimdilik bu kadarla iktifa edelim. Nasipse devam ederiz.
Objektiflerden/kameralardan ırak olun ama gönüllerden asla.