Vatanları işgal edilmiş; yöneticileri, kurumları, zihinleri esir alınmış, medeniyetleri, dinleri, tarihleri, gelenekleri ve dilleriyle bağları kesilmiş bir ülkede sahneye çıktı O…
Allah lafzının ağza alınmadığı, inançlı ve yerli insanların horlandığı, bu toprakların asıl sahiplerinin kendi topraklarında köle yapıldığı bir zamanda; muhteşem özgüveni, izzetli duruşu, imanı, cesareti, feraseti, mücadele azmi ve gür sesiyle sahaya indi O…
İlk kurduğu “Milli Nizam Partisi”, Siyonizm’in maşası yargıçlar tarafından “Sözlerine Besmele çekerek başladığı, halkı da Es’selamu Aleyküm diyerek selamladığı ve sizleri Allah’a emanet ediyorum diye vedalaştığı” için kapatılsa da; O hiç pes etmedi… Ne Besmele çekmekten, ne Allah’ın selamını vermekten ve ne de davası için kutsal saydığı değerlerinden asla taviz vermedi O…
Zulüm altında olduğunu dahi fark edemeyen ve kendisine zulmedenin gerçekte kim olduğunu bilmeyen bir ümmete; önce gerçek düşmanını yani Siyonizm’i öğretti, sonra şiddete/anarşizme başvurmadan izzetli bir direnişin yolunu göstererek bizzat en ön safta mücadelesini verdi O…
“Zulme, şiddete ve hâk gaspına karşı mücadelede 3 yol vardır:
-Birinci yol aynı şekilde şiddete başvurarak hakkını geri almaktır ki bu olmaz çünkü yanlışa yanlış ile mukabele edilmez.
-İkinci yol zulme razı olmaktır ki bu köleliktir bu asla kabul edilmez.
-Üçüncü yol ise Milli Görüştür; bu hukuk dışına çıkmadan hak ve adaletin mücadelesini vermektir” dedi O…
Dünya düzenine muhalefet edip, Siyonizm’in kurduğu zulüm düzenini deşifre ediyor ve cesaretle üzerlerine gidiyordu O…
Bir yandan insanlık düşmanlarını ve oyunlarını deşifre ederken diğer yandan mazlum milletleri uyandırıyor, eğitiyor, organize ediyor ve onları kendi inanç, tarih ve medeniyet değerleri üzerine yeniden inşa ediyordu O…
Herkesin korktuğu zamanlarda cesaretiyle, herkesin taştığı zamanlarda sabrıyla, herkesin sustuğu zamanlarda konuşmasıyla ve herkesin konuştuğu zamanlarda susmasıyla, kendine has üslubu, izzetli duruşu, en önemlisi nezaketi ve beyefendiliğiyle hep şaşırtıyordu O…
O Erbakan Hoca..
Ve O senin de hocan…
Çünkü;
O, bu millete insanlığın düşmanı olan Siyonizm’i öğretip kodlarını o kadar net izah etti ki, millet sadece Siyonizm’i değil kendileri gibi görünen uşaklarını da gördü.
O, bu millete kendi inancını, tarihini, medeniyetini ve ecdadını yeniden hatırlattı; selamından vedasına kadar milli ve yerli olmayı öğretti.
O, kaba kuvvete başvurmadan hak ve adalet mücadelesi vermenin mümkün olduğunu öğretti. Müslümanların kendi ülkelerini yönetebileceğini ve sakallıların da başörtülülerin de yönetimin her kademesinde görev alabileceğini hatırlattı.
O, Müslümanlara gazete-dergi çıkarmayı, vakıf-dernek kurmayı, yurt-pansiyon açmayı öğretti.
O, siyaset yapmanın farz-ı kifaye olduğunu “Siyaseti önemsemeyen Müslümanları; Müslümları önemsemeyen siyasetçiler yönetir” diyerek ispat etti.
O, bu millete gerçek güç ve kudret sahibinin Allah olduğunu TBMM kürsüsünden “Bana ne Amerika’dan” diye kükrerken gösterdi.
O, her konuştuğu meydanda “Altı buçuk milyar insanın saadet ve selameti için” yemin ettirerek ırkçılık başta olmak üzere her türlü taasubiyetin ayaklar altında olduğunu gösterdi.
O, Siyonizim de, Emperyalizm’in de, Kominizmin de, Sosyalizmin de aynı ve tek olduğunu ve hiçbirinin insanlığa saadet getirmeyeceğini belletti.
O, bu milletin evlatları birbirini sağcı-solcu diye doğrarken çıkıp “Sağ-sol yok! Bu bir horoz dövüşüdür” diyerek bizim yıllar sonra gördüğümüz darbe zemini oluşturan kanlı planları ilk gün gördü ve gösterdi..
O, bıkmadan, usanmadan, yorulmadan, pes etmeden, taviz vermeden, öfkelenmeden, ihlaslı ve onurlu bir direnişin mümkün olduğunu öğretti.
O, cetvellerle çizilen sınırlara itiraz etmeyi ve coğrafyamızın gerçek sınırlarını bize öğretti.
O, Kudüs ve Mescid-i Aksa davasını ümmetin namus davası olduğunu bize tekrar hatırlattı.
O, kendisine yapılan türlü hakaret ve zulme rağmen ülkenin selameti, kardeş kanının dökülmesini önleme, kaos ve anarşizme prim vermeme adına ülkenin ordusuna hep övgüler dizerek kurulan tüm oyunları bozdu.
O, Kemalizim tarafından idam edilen, sürgün edilen, zindanlara atılan ve itibarlarına suikast yapılan milletin gerçek önderleri olan alimlerin ve ariflerin iade-i itibarlarini sağladı.
O, Kemalizmin tüm ırkçı sloganlarına itiraz ederek Kürtlerin de Türkler kadar bu ülkenin asli unsuru/sahibi olduğunu ve öz kardeşler olduğunu en yüksek sesle dile getirerek ümmet bilincini bize yeniden hatırlattı.
O, kendisine, savunduğu değerlere yapılan her türlü saldırı, hakaret ve alaya almaya rağmen; kimsenin inancına, değerine, atasına, şahsına hakaret etmedi.
O, hep inancına, medeniyetine, tarihine ve ecdadına yakışır şekilde büyük hayaller kurdu, büyük planlar yaptı ve büyük hedefler gösterdi.
Milli Görüşün bu ülke için hedefini 4 merhale ile ifade etti.
“Bu milletin idarecileri:
1- Bu milletin inancına saygılı olacak.
2- Bu milletin inancına hizmet edecek.
3- Bu milletin inancından olacak.
4- Bu milletin inancının kölesi olacak.”
En daraldığımız anda “Rektörler başörtüsüne selam duracak” dedi ve en taştığımız anda “Refah Partisi’nin kapatılması kararının tarihin akışı içinde bir nokta kadar kıymeti yoktur” diyerek inancımızı, sabrımızı yeniden formatlayıp, “Atımızı alan yolumuzu almadı ya.. ” diyerek daha büyük hedefler için yürüyüş emri verdi.
Hayatı boyunca ne takkiye yaptı ne de tayyicileri sevdi; O, hep inandığı gibi yaşadı, inandığı gibi konuştu, inandığı gibi gözüktü ve inandığı gibi veda etti bu dünyaya.
Selam olsun O’na, O’nu dünyaya getiren ebeveynine, O’nu yetiştiren üstadlarına, O’nun yolundan gidenlere ve O’nun davasının bayrağını daha yükseğe çıkarmak için mücadele edenlere…
Allah’a hamdolsun ki O’nu bize tanıttı ve hepimizin Hocası yaptı…
Allah, hata ve günahlarını affetsin, cenneti ve cemaliyle ödüllendirsin O’nu.
Amin.