Neyi kaybettiğini hatırla!

Abone Ol

İsmet Özel’in bir kitabının da başlığıydı “Neyi Kaybettiğini Hatırla!”… Bugün de halen aynı başlığı atıyorsak demek ki değişen pek bir şey yok.

Etrafınıza bir bakın, yaşanan sorunların büyük çoğunluğunun irfanımızdan, değerlerimizden, geleneklerimizden kopmanın neticesi olduğunu fark edeceksiniz.

Saygı, sevgi, muhabbet, paylaşım, vefa, sadakat ve tüm bu ahlaki kaidelerin temeli olan “iman” hastalanınca şehirlerimizi adeta yaşayan ölüler işgal ediyor. Elinden düşürmediği sosyal medya üzerinden her saniye “Kendinden taviz verme”, “Kendini şımart” gibi sloganlarla yürütülen bu ölüler hiçbir değer kaygısı yaşamak bir ömür geçiriyor.

Sıradan ölümler o kadar arttı ki… Trafikte yol vermedi diye kurşun yağdıranlar, yan baktı diye bıçak çekenler, hanımını çocuklarını gözünü kırpmadan katleden tipler her yerde. İnsanımız akşam eve nasıl sağ salim döneriz endişesi yaşıyor. Bunun sebepleri üzerinde durup düşünmemiz gerekiyor.

“Haz ve hız çağı” olarak tanımlanan 21. yüzyılın ilk 20 yılını geride bıraktık. Önceki yüzyılın dünya çapındaki kapitalist yıkımı devam ediyor. Tek fark bunun artık otomatikleşmiş olması. Gizli eller bu yüzyılda daha da gizli. Maşalar ve taşeronlar her zamankinden daha iyi kamufle oluyor. Fitnenin yayılması bir kibrit çakmaya bakıyor.

Eskiden en azından Müslüman camiada bir ümit, bir heyecan vardı. Son 20 yılda sistem bizi öylesine uysallaştırdı ki yerimizden hareket edemez, zevklerimizden-rahatımızdan taviz veremez hale geldik. Kısacası bireyselleştik. Sistem bizi kendisine benzetti ve şimdi de içten içe çökertmeye çalışıyor. Elde kalan üç beş ahlaki sermayemize dikkat etmemiz gerekiyor. Bizi ayakta tutan bu manevi mirası da kaybedersek ne millet adına ne de ümmet adına geleceğe dair hiçbir ümidimiz kalmayacak.

Müslümanların iktidar olması “özeleştiri” ve “ uyarı” ahlakını ortadan kaldırmamalı. Tam aksine her zamankinden daha fazla öz eleştiriye ve öneriye ihtiyaç var. İktidarın büyülü zehri herkesi kolaylıkla esir alabilir. Bunu aşmanın yolu tıpkı Hz. Ömer’in(ra) sünnetinde olduğu gibi yanlış gördüğümüz her noktada uyarmaktan, sarsmaktan, hatırlatmaktan geçer. Bunu da yapamazsak gemiyle birlikte batmamız mukadderdir.

Kültür ve eğitim bu işin temel anahtarını teşkil ediyor. 2002’den bugüne geçen 20 yılda eğitimde ve kültürde neler yapabildik dönüp bir bakalım. Restorasyonlar, yeni binalar, geleneksel kurslar tek başına kültürü yaşatmaya yetmiyor. Asıl olan insan faktörüne odaklanmak ve geleneğimizi-değerlerimizi yaşayan-yaşatılan bir nüveye kavuşturmamız gerekiyor. Bir gelenek yaşanmadan geleceğe kalamaz. Yaşanmayan gelenek ve değerler içinde bulunduğu topluma da fayda sağlamaz. Geleneği adeta nostaljik birer gösteri malzemesine çevirdiğimiz anda kültürel emperyalizmin tuzağına kendi irademizle teslim oluyoruz demektir.

Kültür ve eğitim olmadan milletimizin yaşadığı derin buhranı, ahlaki çöküşü, adli vakıaları önlememiz mümkün değildir. Bu çözülmenin ilacı inandığımız değerleri yaşamaktan ve yaşatmaktan geçiyor. Peki, 20 yılda, kültür ve eğitim adına bu alanlarda ne yapılabildi? Açılan proje okulları iyi güzel. Müfredatta da bazı iyileştirmeler yaşandı. Kültürde ise camiler, tarihi yapılar ihya edildi ve yenileri eklendi. Lakin tüm bunlar işin zarf yönü olarak değerlendirilmeli. Manzara ortada! Asıl olan mazrufta ne yapabildik? Onu sorgulamamız gerekiyor.

Kültürümüze verdiğimiz önem eğer ki bu yılın turizm gelirlerinin ardında kalıyorsa durup düşünmemiz lazım. Para gelir geçer lakin kaybolan nesillerin yerine neyi nasıl koyacağız biliyor muyuz? Eğitimde halen günü kurtarma telaşından ötesine geçemedik. Bataklıkta çırpınan insancıkları andırıyor halimiz. Bize tüm bu şeyleri sorgulayacak yeni bir soru lazım: Neyi kaybettiğini hatırla! Bu soruya cevap aramaya giriştiğimiz vakit belki bazı eğrileri düzeltmeye vaktimiz kalabilir.