Netanyahu’nun 7 Ekim 2023’teki Aksa Tufanı saldırısından sonra yaptığı konuşmada, bu saldırının İsrail’in 11 Eylül’ü olduğunu ve bu saatten sonra İsrail’in bir savaşta olduğunu söylediğini hatırlarsınız.
Bu sözlerin üzerinden 14,5 ay geçti ve İsrail bu süre zarfında Gazze’yi yerle bir ederken 43 binden fazla Filistinliyi de katlederek, insanlık tarihinin görüp göreceği en vahşi soykırımlardan birine imza attı ve atmaya devam ediyor.
Tüm bu süreçler boyunca kendisi de eski bir asker olan Savunma Bakanı Yoav Gallant Netanyahu’nun yanı başındaydı. Hatta Gallant 7 Ekim’den sonra Gazze’ye saldıran İsrail askerlerine hitaben yaptığı konuşmada, “askerlerin savaş koşullarında dahi uymak zorunda oldukları kuralları kaldırdığını” söyleyerek savaş suçu işlemiş ve bu sebeple de Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde Netanyahu ile birlikte yargılanmaya başlanmış ve tutuklaması talep edilmiştir.
İsrail, henüz Gazze’de hedeflediği zafere ulaşamadığı gibi, eylül ayından itibaren dikkatini kuzeye çevirip Hizbullah’ı da ortadan kaldırmak amacıyla Lübnan’a yönelik kara harekâtına da başlamıştır.
Yani bir taraftan Gazze’deki saldırılar devam ederken diğer taraftan da Lübnan, Suriye ve Yemen vurulmakta ve bunlarla eş zamanlı olarak İran’a yönelik misilleme saldırıları da gerçekleştirilmektedir.
Dolayısıyla İsrail’in 7 Ekim 2023’te ilan ettiği savaş ortamının artan cephelerle birlikte devam ettiğini söylememiz yanlış olmayacaktır.
Ancak tam da ABD’de seçimlerin yapıldığı 5 Kasım’da ilginç bir gelişme yaşandı ve Netanyahu’nun Savunma Bakanı Gallant’ı görevden aldığı açıklandı.
Peki, madem İsrail hâlen bir savaşta ise Netanyahu savunma bakanını neden görevden almıştır?
Aslında İsrail siyasetini takip edenler için Gallant’ın görevden alınması çok da şaşırtıcı olmadı. Zira Gallant’ın pek çok konuda Netanyahu ile anlaşamadığı biliniyordu. Hatta Mart 2023’te yargı reformuna yönelik protestolar devam ederken Netanyahu’nun Gallant’ı görevden aldığı duyurulmuş ama kitlesel protestolar nedeniyle Netanyahu bu karardan geri adım atmak zorunda kalmıştı.
Yani ikili arasında 7 Ekim’den önce de bazı anlaşmazlıklar olduğu bilinmektedir ama 7 Ekim’den sonra yaşananların, ikilinin arasındaki mesafeyi epey açtığı görülüyor.
Şimdi Netanyahu’yu bu kararı almaya götüren sebeplere bir göz atalım.
Her şeyden önce Gallant’ın Gazze’de bir ateşkes ve rehine takası anlaşması yapılması gerektiğini savunduğunu söylemeliyiz. Bu kapsamda defalarca rehine aileleriyle görüşmüş ve onlara elinden gelen her şeyi yapacağına dair sözler vermişti. Ancak aradan geçen sürede bu konuda Netanyahu’yu ikna edememiş ve rehine ailelerine verdiği sözü tutamamıştır.
Ayrıca Gallant’ın İsrail ordusunun savaş bittikten sonra Gazze’de kalıcı olması konusunda da tereddütleri olduğu bilinmekteydi. Netanyahu’nun Gazze’nin savaştan sonra da İsrail tarafından yönetilmesine yönelik düşüncelerine itiraz eden Gallant, bunun İsrail’in güvenliğine katkı sağlamayacağını, bilakis daha fazla kaosa sebep olacağını düşünmekteydi.
Buna rağmen koalisyonun diğer ortakları Ben Gvir ve Smotrich ise herhangi bir ateşkes anlaşmasına ve İsrail ordusunun Gazze’den çekilmesine itiraz ediyor ve Netanyahu’yu eğer böyle bir anlaşma olursa koalisyonu bozmakla tehdit ediyorlardı. Bu koşullarda Netanyahu’nun Gallant’ın görüşlerini kabul etmesi mümkün değildi.
Gerçi Ben Gvir ve Smotrich olmasa da Netanyahu’nun; Hamas ile ateşkes ve rehine takası anlaşması yapmak veya Gazze’den çekilmek gibi bir düşüncesinin olmadığı da ortadadır.
Netanyahu ile Gallant arasındaki bir diğer ayrılık ise Lübnan konusunda çıkmıştır. Zira Gallant, Gazze’deki işleri bitmeden Lübnan cephesinin açılmasının rasyonel olmayacağını düşünüyordu. Bu düşüncesinin arka planında ise ordunun yorulması ve Gazze’de verilen zayiatlar yatıyordu.
Ancak Netanyahu bu konuda da Gallant’ı dinlememiş ve kendisine, “eğer Lübnan cephesinin açılmasına karşıysa görevinden istifa etmesinin uygun olacağını” söylemişti.
Bunun üzerine Gallant kerhen Lübnan cephesine onay vermiş ancak yakın çevresine, Lübnan’da yaşanacak bir yenilginin sorumlusunun Netanyahu olacağını söylemişti.
Buna rağmen önce Hizbullah’ın kullandığı çağrı cihazları ve el telsizlerinin patlatıldığı saldırılar gerçekleşmiş ve ardından da neredeyse Hizbullah’ın tüm tepe kadrosu öldürülmüştü.
İsrail o tarihte çağrı cihazları ve el telsizlerine yönelik saldırıları üstlenmese de ABD’deki seçimlerden sonra bu konudaki sessizliğini bozmuş ve saldırıyı üstlenmiştir. Söz konusu saldırıları üstlenirken de bunun Netanyahu’nun kararı olduğu özellikle vurgulanmış ve Netanyahu’nun tüm bürokratik engellere rağmen bu kararları aldığı ve sonuçta başarılı olduğunun altı çizilmiştir.
Yani başarının emekli bir general olan Gallant’a ve orduya değil, Başbakan Netanyahu’nun hanesine yazılmasına özen gösterilmiştir.
Tüm bunların üzerine Gallant’ın, Netanyahu’nun ve hükûmet ortaklarının karşı duruşlarını bilmesine rağmen, Haredi olarak da bilinen yedi bin ultra-Ortodoks’un askere alınmasına dair direktif verdiğinin duyulması, görevden alınmanın yolunu açmıştır.
Zira Netanyahu’nun koalisyon ortakları olan radikal dinci Shas ve UTJ partilerine bu konuyla ilgili olarak vermiş olduğu bir söz vardı. Ancak yüksek mahkeme geçtiğimiz haziran ayında Ta’l yasası olarak bilinen ultra-Ortodokslara tanınan askerlik muafiyeti düzenlemesini iptal etmiş ve hükûmetten yeni bir düzenleme yapması istenmişti.
Hükûmet kanadı bu muafiyetin devam etmesinden yana tavır koymuşken ordunun ihtiyaç nedeniyle buna karşı çıkması ve ilk etapta yedi bin kişinin askere alınmasına yönelik bir hazırlık yapması ve savunma bakanının ordunun bu kararını desteklemesi nedeniyle Netanyahu’nun Gallant’ı görevden aldığı ifade edilmektedir.
Zaten Netanyahu da yaptığı açıklamada, Gallant ile arasında özellikle son dönemde güven bunalımı yaşandığını ve güvenmediği birisinin kabinede yer almasının doğru olmayacağını söylemiştir.
Görüldüğü gibi Netanyahu, her ne kadar ülkesinin savaş koşullarında olduğunu söylese de hem savaşı ele alış biçimindeki görüş ayrılıkları hem de ultra-Ortodokslara yönelik askerlik muafiyeti tartışmaları nedeniyle Gallant’ı görevden almaktan imtina etmemiştir.
Fakat Netanyahu’nun Gallant’ı görevden almasındaki zamanlamaya dikkati çeken bazı yorumcular, bu kararın sadece yukarıdaki gerekçelerden kaynaklanmadığını ve başka sebepler de olduğunu iddia etmektedirler.
Bu iddiaların ilki, Gallant’ın 7 Ekim saldırılarında kimlerin ve hangi kurumların sorumluluğunun olduğuna dair bir soruşturma yapılması gerektiğini savunmasına rağmen Netanyahu’nun bunu istemediği için Gallant’ın görevine son verdiği şeklindedir.
Zira hatırlanacağı üzere Netanyahu’nun 7 Ekim’den haberdar olduğu ancak kendi ajandasını gerçekleştirmek için bu saldırıya göz yumduğunu ileri süren bazı haberler yapılmıştır. Dolayısıyla Gallant’ın görevden alınmasıyla hem bu konuda aykırı şeyler söyleyen ve soruşturmayı destekleyen Gallant susturulacak hem de benzer görüşte olanlar caydırılmış olacaktır.
Bir diğer iddia ise Netanyahu’nun Gallant’ın Biden yönetimine yakın olmasından hiç haz etmediği ancak ABD’nin desteğinin devamını sağlamak için şimdiye kadar Gallant’a katlandığı ama artık Trump’ın yeniden seçileceğinin anlaşılması üzerine Gallant’a ihtiyacının kalmadığı ve bu nedenle de görevine son verdiği şeklindedir.
Netanyahu’nun Gallant’ı görevden almasının gerçek sebebi ne olursa olsun nihayetinde “savaş hâli” devam ederken savunma bakanı görevden alınmıştır. Bunun ordu üzerinde olumsuz bir etki yaratması kaçınılmazdır. Kaldı ki Gallant ordu ile başbakan arasında bir köprü görevi görmekte ve bazı konularda ordunun görüşlerini başbakana iletmekteydi.
Gallant’ın görevden alındıktan sonra bazı ifşalarda bulunarak ateşkes ve rehine takasında anlaşılamamasının tek sebebinin Netanyahu olduğunu söylemesi toplumda nasıl bir tepkiye yol açar bilinmez ama yakın zaman içinde bazı askerlerin Gallant’ın görevden alınmasına tepki göstermek için istifa etmeleri şaşırtıcı olmayacaktır.
Bakalım Gallant’ın yerine savunma bakanı olarak görevlendirilen Katz’ın orduyla ilişkileri nasıl olacak?