Tarih kitaplarını okurken hepimiz soykırımların nasıl olup da gerçekleştirilebildiğini kendimize sorarız. “Bunlar yaşanırken neden kimse tepki göstermedi?” diye hayıflanırız. İşte belki bizler de tarihin benzer bir dönemine şahit oluyoruz ve maalesef hiçbirimizin elinden bir şey gelmiyor. Biz de tarihteki diğer insanlar gibi katliamlara şahit hatta bazılarımız manipüle edilerek destek oluyoruz.
İsrail’in Gazze’deki hastaneyi bombalamasının ardından en az 500 kişi hayatını kaybetti. Bunların çoğu da günahsız, masum çocuklardı. Bizler “artık İsrail yolun sonuna geldi, bütün dünya İsrail’e karşı birleşecek” diye düşünürken dünya, saldırının İsrail tarafından gerçekleştirilmediği, İslami Cihad tarafından atılan roketin yanlışlıkla hastaneye düşmesi sonucunda yaşandığını kanıtlamanın telaşına düştü.
Ancak hastanenin bombalanması sonucu sosyal medyada büyük bir hızla yayılan cansız bebek ve çocuk fotoğrafları, videoları dünya kamuoyunun yaşanan vahşet konusunda gözlerinin açılmasına sebep oldu. Bütün yalan, algı, baskı ve tehditlere rağmen, ABD’den Fransa’ya kadar dünyanın dört bir köşesinde insanlar İsrail’i kınamaya başladı. Öyle ki ABD’de Yahudiler bile Kongre’de oturma eylemi düzenleyerek “Kongre, Gazze’de ateşkes çağrısı yapana kadar” burayı terk etmeyeceklerini duyurdular.
Tabii ki bunların da bir bedeli oldu. Örnek vermek gerekirse Fransa İçişleri Bakanı Gérald Darmanin, Gazze’deki saldırılarla ilgili sosyal medya paylaşımı yapan Altın Top ödüllü futbolcu Karim Benzema hakkında kanıt sunmadan “Müslüman Kardeşler ile bağlantısı var” iddiasında bulundu. Benzer şekilde Filistin’e desteğini açıklayan Youcef Atal da bir sonraki duyuruya kadar Fransız kulubü Nice’te kadro dışı bırakıldı.
Bütün bu yaşananlar dünyada infiale sebep olurken Biden, İsrail’e gerçekleştirdiği ziyarette akıllara zarar açıklamalarda bulundu. “Hastanedeki patlamayı diğer taraf yapmış gibi görünüyor” dedi. “İsrail olmasaydı onu icat etmemiz gerekirdi” diye de ekledi.
AB ülkelerine baktığımızda ise aradaki birliğin ne kadar zayıf olduğunu görüyoruz. Avrupa ülkeleri, birçok dünya meselesinde olduğu gibi İsrail-Hamas savaşındaki tutumlarında da farklı tavırlar sergiliyorlar. Her şeyden önce bu mesele, AB Komisyonu ve AB Konseyi başkanları arasındaki rekabeti, Türkiye’de yaşanan “sofagate” krizinden sonra tekrar gündeme getirdi. AB Komisyonu Başkanı Von der Leyen, aşırı İsrail yanlısı bir tutum sergilerken AB Konseyi Başkanı Charles Michel daha ılımlı bir tutum ortaya koyuyor. Bu rekabet ve liderlik mücadelesinin bir yansıması olarak Brüksel’deki AB Komisyonu binasına İsrail bayrağı yansıtılırken karşısındaki AB Konseyi binası, hayatını kaybedenler için tarafsız destek anlamına gelen beyaz ışıkla aydınlatıldı. Ayrıca bazı AB ülkelerinden de AB genelinden farklı sesler yükselmeye başladı. İspanya Sosyal Haklar Bakanı görevini vekaleten yürüten Ione Belarra, İsrail'in Gazze'de “planlı bir soykırım yürüttüğünü” belirterek İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun "savaş suçu" işlediği gerekçesiyle Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanması gerektiğini söyledi.
Yaşanan bütün bu olaylara duygusal açıdan yaklaştığımızda İsrail vahşet ve zulmüne tepki göstermemenin insanlık nanıma imkânsız olduğunu görüyoruz. Peki nasıl oluyor da ABD gibi bir dünya gücü, ülke içindeki ve dünyadaki bütün tepkilere rağmen koşulsuz şartsız İsrail’in yanında duruyor?
Hepimiz ilk günden beri olayları, sadece işin görünen kısmına göre ve bunun bir nevi din savaşı olduğunu düşünerek değerlendirdik. Bir de olayları jeopolitik ve uluslararası ilişkiler açısından sadece mantık çerçevesinde değerlendirelim. Öncelikle birçok konuda hâlâ soru işaretleri mevcut. Hamas’ın eline bu kadar güçlü silahlar nasıl geçti ve Hamas, Mossad’a rağmen İsrail’e bu kadar şiddetli bir sürpriz saldırıyı nasıl gerçekleştirebildi? Neden saldırıdan hemen sonra ABD, Doğu Akdeniz’e savaş gemisi ve uçaklarını gönderdi? Bunun bir açıklaması da aslında İsrail’in (özellikle Netanyahu’nun) ABD’nin tuzağına düştüğü yönünde. ABD özellikle son Afganistan fiyaskosundan sonra Orta Doğu’daki güç ve itibarını kaybetmişti. ABD’nin aksine Çin ise özellikle Suudi Arabistan ve İran arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılmasında ara buluculuk yaparak Orta Doğu’da güç kazanıyordu. İşin en enteresan tarafı ise Netanyahu’nun, bu ay Çin’e ziyaret gerçekleştirmesi bekleniyordu. Bildiğiniz gibi son günlerde Suriye’de, ABD tarafından SİHA’mızın vurulmasıyla Türkiye’nin de ABD ile ilişkileri gergindi. ABD bölgedeki müttefiklerini birer birer kaybediyordu. Aksine İsrail ile ilişkilerinde normalleşme yaşayan Türkiye’nin bir de İsrail ile olası bir doğal gaz boru hattı projesi vardı. Türkiye’nin Rusya, Çin ve Irak ile hamlelerinden, yeni İpek Yolu projesi, Irak Kalkınma Yolu projesi ve Zengezur Koridoru’nun hayata geçirilmesinden hiç bahsetmiyorum bile. Bölgede bütün bu olağanüstü gelişmeler yaşanırken herkes bir noktada mutabıktı: Artık ABD’ye ihtiyaç yoktu.
Ve işte bu son hamlesiyle Netanyahu’ya sımsıkı sarılan Biden sahneye geri döndü. Belki de bu gülümseme “gördün mü, seni nasıl da alt edip dünyaya rezil ettim” gülümsemesiydi. Bu da olayların farklı bir pencereden değerlendirmesi. Yorumu sizlere bırakıyorum.