Biz Yeşilçam’ın kötüleriyle yetişmiş bir kuşak olarak zannettik ki, bütün kötüler tıpkı Türk filmlerindekiler gibi dümdüz, önü arkası aynı delikanlı kötülerdi.
Mehmet Akif, sürekli İslam’a hakaret eden birisini camide namaz kılarken görünce demiş ki: “Yahu, sen küfründe de samimi değilmişsin!”
İşte biz bunu, yani bu samimiyetsizliği anlayamıyoruz.
Tıpkı Akif gibi…
Neden anlayamıyoruz?
Çünkü samimiyetsizlik eski kötü adamların bizlere öğretmediği bir şeydi.
Düşünsenize şu Yeşilçam’ın bize yaptığı kötülüğü başka ne yapabilirdi ki?
Yeşilçam’ın bize yaptığı en büyük kötülük; kötülerin safi kötü, iyilerin ise safi iyi olduğunu zannederek büyümemize sebep olmuş olmasıdır.
Bundan büyük, bundan ala kötülük mü olur bir insana!
Resmen uyutmuş bizleri…
Biz Yeşilçam’ın kötüleriyle yetişmiş bir (ya da birkaç) kuşak olarak zannettik ki, bütün kötüler tıpkı Türk filmlerindekiler gibi dümdüz, önü arkası aynı delikanlı kötülerdi.
Birisine bir kötülük veyahut düşmanlık yapacakları vakit öyle arkadan iş çevirmeden, arkadan dolanmadan yaparlardı. Yalandan, hileden, hurdadan, entrikadan, Bizans oyunlarından anlamazlardı. Anlasalar dahi racona ters bulurlardı.
Anlayacağınız, nokta kadar menfaatleri için virgül kadar eğilmezlerdi.
Sevgiden, aşktan, merhametten yana nasipleri olmazdı.
Kötülük yapacakları kimse, kendi evlatları dahi olsa gözlerini kırpmadan yaparlardı bunu.
Oğlu ya da kızı, kim olursa olsun bir dövdüler mi, ölecek diye bırakırlardı.
Öyle hayvan sevgisi filan da asla semtlerine uğramaz, Marlon Brando taklidi yapmaktan esefle kaçınarak, daha küçük yaşlarından itibaren yanlarından geçmekte olan kedilerin minicik kıçlarına tekme atmaktan büyük keyif alırlardı. Zavallı kedicikler “moavv!” diye panik halinde kaçışır, bir daha da o kötü adam(lar) yanlarından geçerken iyi adamlar geçiyormuş gibi tedbirsiz davranmazlardı.
Düşmanına bir yudum su dahi vermezler, iki sevgiliyi birbirlerine bağlayarak, susuzluktan dudakları kavrulmuş garibanlara asla acımaz, bir testi suyu onların gözlerinin içine baka baka tam ortalarında yere dökerlerdi.
Hep kötüydü onlar. Kazara dahi iyi olmadılar. Hele bir Erol Taş’ın mülhem kahkahaları vardı ki, iyi bir insanın atabileceği kahkaha değildi o.
Dinden, imandan, namazdan, niyazdan asla anlamazlardı. Birilerini kandırmak için sureti haktan ve dindar görünmek zavallılığına hiç tevessül etmediler.
Günleri, yılları, ömürleri barda, pavyonda, gazinolarda geçti. Hem kumar hem de rakı müptelası olarak tanıdık biz onları. Sigara içmeyen, sigarayı bırakmayı deneyen bir Yeşilçam kötü kişisi gördünüz mü hiç?
Göremezsiniz.
Şimdi dört bir yanımızı adam gibi, delikanlı kötüleri mumla aratan tıynetsiz, cibilliyetsiz, karaktersiz, üçkâğıtçı, yanardöner kötüler sarmış vaziyette.
Saldırının, taarruzun, kahpeliğin nereden geleceğini bilemez, kestiremez olduk.
İyi görünümlü, bebek yüzlü, şık giyimli, ağzı dualı, alnı secdeli kötülere ve onların nerede ne zaman bir film, alavere çevireceklerine itimatsızlığımızdan dolayı kimseye güvenemez, rahat nefes alamaz hale geldik.
Gözümüzü kapasak, darbe yapacak, memleketi satacak kadar şeref ve haysiyet yoksunu bunlar.
Her yerdeler; sağda, solda, askeriyede, emniyette, özel sektörde, bütün kurum ve kuruluşlarda burnumuzun dibinde, her yerde…