Cânım kâri, savaş kılıçla kazanılır belki lakin zafer imanla kazanılırdı. Ecdat işte bu imanla sürdüler atlarını. Maneviyatları neredeyse çökecek, neredeyse vazgeçecek olanlara bir müjdeyi taşır gibi geldiler. Ve her gittikleri yerde gördükleri herkese kardeş dediler, mazlum olan her kim varsa hepsini kardeş bildiler. Topladılar etraflarında, evvela gönüllerini fethettiler. Ve dediler ki “Yeniden bir doğuş olacak ve son atlı şehit düşene kadar koşacak kısraklar. Gittikleri en uzak yerleri vatan belleyecek, gerekirse orada ölecek ve lakin dava yaşayacak. Ve bütün bir cihanı kurtaracaksa bu iman bu maneviyat kurtaracak.”
“İnanmak kazanmaktır” diyorlardı. Tam da bu yüzden Anadolu’nun masum ve mazlum halkını yeniden zafere inandırmak ve onların gönüllerindeki kutlu ateşi yeniden yakmak için geldiler.
…
Asırlar boyu aynı şuur ve aynı dava sürdü de gitti… Ben zamanıdır diye Çanakkale’den bahsedeceğim sana. Lakin hangi anına baksak tarihin aynını buluruz zaten. Defalarca haçlı ordularına karşı İslam’ı savunan ordu yine ve yalnız İslam’ı savunuyordu. Allah’tan başka bir dayanağı ve sığınağı yoktu. Ve yeniden bir haçlı ordusu her yandan saldırıyordu. Lakin şunu hiçbir vakit anlamamıştı ve yine bilmiyordu ki Osmanlı’nın kuvveti şehadete cennete koşar gibi koşan yiğitlerindedir ve asırlardır toprağa bir gül gibi düşen şehitlerindedir.
Bütün bunca dünya devletine karşı her cepheye koşuyordu vatanın garip ama yiğit evlatları. Ve bir cephe daha vardı Cihan Harbi’nde ki ismini bütün dünya kahramanlıkla anacaktı sonra. Sonraki asırlar bu destanı konuşacak vatan demek ne demektir ve nasıl korunur, nasıl savunulur o destanı anlattıkça anlayacaktı. Dünya galip olmakla kahraman olmak arasındaki o ufacık sırrı tam da bu cephede görecek ve hatırlayacaktı. Adı Çanakkale’ydi… Ve cennete koşan yiğitleri vardı…
57. Alay Emir Subayı Teğmen Alaaddin der ki:
Müthiş bir bombardıman vardı. İnsan boyunda mermiler düştükleri yerde insan boyunda çukurlar açıyordu. Önce böyle bir mermi ile toprak yığınları altında kalıyor, boğulmak üzere iken başka bir mermi ile çıkıyorduk. Her mermi ıslığında kelime-i şahadet getiriyordum.
Sargı yeri kısa zamanda yaralı askerlerle doldu. Yaralarını sardıranların bir kısmı muharebeye dönemeyecek durumda oldukları halde tekrar ön saflara katılmak için ısrar ediyorlar, zorluk çıkarıyorlardı. Hüseyin Avni Bey bu askerleri grup halinde toplayıp onlara 3. Taburda yapacakları hücuma katılacakları sözünü vermekten başka çare bulamadı. Yaralı askerler ancak bu sözle biraz istirahat etmeye razı oldular.
Saat 15’te muharebe iyice şiddetlendi. O saatte düşman iki Hint dağ bataryasını da karaya çıkarmıştı. Hüseyin Avni Bey hücum emrini verirken “ben de alay sancağı ile birlikte olacağım” dedi. “Şehit olursam şehit olduğum yere gömün. Allah hepinizi muzaffer kılsın”
3. tabur hücum düzeni alırken fundalıkların üzerinde öbek öbek beyazlıklar göründü. Avni Bey tabur komutanına sordu;
-“Nedir bunlar?”
Tabu komutanı, “Erler şehadete hazırlanıyor efendim” dedi. “Allah’ın huzuruna tertemiz çıkmak için çamaşır değiştiriyorlar.
Avni Bey’in gözleri doldu ve yaverine seslendi;
-“Bize de temiz çamaşır çıkar da rabbimizin huzuruna askerlerimiz gibi tertemiz gidelim…”
…
Tek lokma ekmeklerini kardeşleriyle bölüştüler. Ve geldiler. Ölmeyi şeref, dönmeyi namertlik bildiler… Öldüler ama ölü değildiler.
Zira yiğitlere şehit denirdi, katillere ölü…