Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti ve MHP milletvekillerinin oylarıyla TBMM’den geçen 18 maddelik anayasa değişikliği paketini onayladı ve YSK referandumun 16 Nisan’da yapılacağını açıkladı.
Uzun ve yorucu bir sürecin sonunda paketle ilgili, daha doğrusu mevcut parlamenter sistemden cumhurbaşkanlığı sistemine geçişle ilgili son sözü halk söyleyecek.
Türkiye çok önemli bir dönemecin eşiğinde.
Önünde büyük bir değişim fırsatı var ve nice badirelerden sonra yakalanan bu fırsatın heba edilmeyeceğini umuyorum.
Referandumda neden “Evet” demek gerektiği konferanslarla, panellerle, televizyon programlarıyla, broşürlerle ve kitapçıklarla halka anlatılıyor.
Diriliş Postası da bu konuda gayet önemli bir görevi yerine getiriyor.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli grup toplantısında yaptığı tarihi konuşmada anayasa değişikliği ihtiyacının neden doğduğunu gayet net bir şekilde özetledi.
Çok fazla ayrıntıya girmeye ve detaylarda boğulmaya gerek yok.
Türkiye geçmişte koalisyonlardan ve siyasi krizlerden çok çekti.
O günleri hatırlamayanlar olabilir.
Fakat 7 Haziran sonrası ülkenin içine düştüğü belirsizlik, seçimlerden birinci çıkan partinin tek başına hükümeti kuracak sayıda milletvekiline sahip olamaması halinde neler olabileceğini anlamak için yeterli.
Zaten milletimiz tehlikenin boyutunu fark ettiği için daha fazla büyümeden 1 Kasım’da sandıkta duruma el koydu ve krizi çözdü.
O günlerde, yani 7 Haziran – 1 Kasım arasında çarşıda, pazarda, sokakta, kahvede insanların yüzünde gördüğüm şey endişeli bir bekleyişti.
Ülkenin yeniden siyasi krizler ve koalisyonlar batağına sürüklenmesinden, bunun sonucu ekonominin tekrar kötüye gitmesinden endişe ediyorlardı.
Adeta hiç kimse ne bir şey satın alıyor ne de satıyordu.
Türkiye’ye Arap ülkelerinin ilgisi herkesin malumu.
1 Kasım seçimlerine gidilirken Arap sokağından en çok gelen soru şuydu:
“Erken seçimden de yine benzer bir sonuç çıkarsa ne olacak?”
Açıkçası, bu soruya verecek cevap bulmakta zorlanıyordum.
Çünkü cevabını kendim de bilmiyordum.
Seçimden yine hiçbir partinin tek başına hükümeti kuramayacağı bir sonuç çıkması yeniden koalisyon pazarlıkları demekti.
Anayasa değişikliğine “Hayır” denilmesini isteyen cephede bir kesim, mevcut sistemin kriz ürettiğini fakat önerilen sistemin de problemli olduğunu, siyasi tabloda parçalanmışlık olması halinde halk desteği düşük bir adayın da aradan sıyrılarak cumhurbaşkanı olabileceğini öne sürerek korku pompalıyor.
Yani diyorlar ki, iki AK Partili aday çıkarsa ve ilk turda oylar ikisi arasında bölünür de CHP ve HDP adayları en yüksek oyu alan iki aday olarak ikinci tura kalırsa ne olacak?
Evet, kağıt üzerinde bu tür ihtimaller var.
Olmalı da.
Değilse demokrasi olmaz.
Az da olsa her aday kazanma ümidiyle seçime girecek ki yarış olsun.
Bu bir…
İkincisi, mevcut sistemin ürettiği krizleri yakinen biliyoruz.
Bu tür endişelere sığınarak “Hayır” propagandası yapanların işaret ettiği kriz ise sadece küçük bir olasılık.
Kuraldır; “Şek yakini izale etmez”.
Yani, “Acaba şöyle olursa böyle olur mu?” gibi şüphelerle kriz doğurduğu kesin olarak bilinen mevcut sistemden kurtulma şansını heba edemeyiz.
Ayrıca halk seçimlerin ilk turundan önce böyle bir tehlike sezdiğinde gereğini yapar ve oylarını bölmeden tercihini adaylardan biri lehine kullanır.
AK Parti ve Saadet Partisi örnekleri ortada.
Saadet Partisi’nin oy oranının yüzde 1’lere düşmesinin nedeni seçmenin oyların bölünmesini istememesidir.
Mısır’da Mursi ve Ebu’l Futuh adaylıklarını ilan ettiklerinde de benzer bir kaygı gündeme gelmişti.
Sonuçta Mursi ikinci tura kaldı ve Ebu’l Futuh ilk turda elendi.
AK Parti tabanına bu tür korkuları pompalayanlara şunu sorun:
“CHP ve HDP sizin iddia ettiğiniz gibi adayları aradan sıyrılıp cumhurbaşkanı seçilme ihtimali olduğu için mi “Hayır” diyor?”
Son olarak…
Farz edelim ki, ilk turda yüzde 25 oy alan bir aday ikinci tura kaldı ve katılımın düşük olduğu ikinci turda cumhurbaşkanlığını kazandı.
Halkın tercihidir.
Yüzde 1 halk desteğine dahi sahip olmayan vesayet odaklarının kurduğu koalisyon hükümetlerinden yine iyidir.