ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesine ve Amerikan Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı almasına tepkiler sürüyor.
Trump’ın kararını Avrupa ülkeleri dâhil neredeyse dünyadaki hiçbir ülke onaylamıyor.
İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkelerin liderleri karara karşı ortak bir tavır geliştirme amacıyla İstanbul’da toplanacak.
Buna rağmen Amerika’ya tepki olarak “diplomatik ilişkileri kesmek” gibi ciddi adımlar atılmasını hiç kimse beklemiyor.
Yine de Kudüs için diplomatik çabaların sürmesi önemli.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Dünya beşten büyüktür” cümlesiyle özetlediği çarpık düzenin ABD’nin BM Güvenlik Konseyi’ni hiçe sayarak attığı adımla daha da bozulduğunu görüyoruz.
Yaşanan karmaşa arasında dünyada ve bölgede yeni denklemler oluşurken İslam ülkelerinin Müslümanları ilgilendiren konularda mümkün olduğunca birlikte hareket etmeleri kendilerinin yararına olacaktır.
Trump’ın Kudüs konusundaki kararının tetiklediği hareketi sadece Filistin’le sınırlı tutmamak gerekir.
Meydanların ve sokakların yeniden canlanması, “Arap Baharı’nın ikinci dalgası” olarak değerlendirmeli ve bu yönde çalışma yapılmalı.
Amerika Kudüs’ü işgal rejiminin başkenti ilan etme cüretini gösteriyorsa bunun bir nedeninin de Müslüman halkları baskıyla ve diktatörlükle yöneten kukla rejimler olduğu unutulmamalı.
Mısır ve Suriye bugün halkın özgür iradesini temsil eden seçilmiş meşru hükümetler tarafından yönetiliyor olsaydı Trump aynı cüreti gösterebilir miydi?
Dünyanın dört bir yanında Kudüs için gösteriler düzenlenirken Suriye halkı da rejimden kurtarılan bölgelerde sokaklara çıktı ve yaşadığı onca acıya rağmen Kudüs davasını kendi derdinden önce gördüğünü gösterdi.
Benzer acılar yaşayan Filistinliler de Suriyeli kardeşlerinden gelen bu anlamlı desteğin farkında.
Mescid-i Aksa avlusunda açılan Özgür Suriye bayrakları bunun göstergesi.
Mısır’da duvarlara yazılan “Özür dileriz Filistin! Biz de işgal altındayız” cümlesi, Kudüs’ün işgalden kurtulabilmesi için önce Müslüman halkların özgürlüğe kavuşmaları gerektiğine işaret ediyor.
Bu arada şu gerçek unutulmamalı.
Kudüs’ün gerçek sahipleri orada var oldukça kâğıt üzerindeki kararların fazla bir anlamı yok.
İsrail’in Kudüs’te yürüttüğü ve Trump’ın son kararına dayanarak hız vereceği Yahudileştirme faaliyetleri çok daha tehlikeli.
Filistinliler Kudüs’te işgal yönetiminin tehcir politikasına ve her türlü baskısına karşı tüm güçleriyle direnmeye çalışıyorlar.
Onların bu direnişleri özellikle maddi açıdan desteklenmeli.
Yıkılmaya yüz tutan evleri onarılmalı, başta eğitim ve sağlık olmak üzere çeşitli ihtiyaçları giderilmeli.
“Mescid-i Aksa’nın murabıtları” Kudüslülerin ilk kıblemizi savunma ve işgalden kurtarma mücadelemizde en ön safta savaştıklarını unutmamalıyız.
Müslümanların unutmamaları gereken bir kesim de işgal güçleriyle yaşanan çatışmalarda şehit düşen Filistinlilerin aileleri.
İsrail en çok Batı Yaka’da kapsamlı bir intifadanın patlak vermesinden endişe ediyor.
Trump’ın Kudüs kararına verilecek en önemli cevaplardan biri de intifadanın alevlenmesi olacaktır.
Nitekim Hamas lideri İsmail Heniyye de bu yönde çağrıda bulundu.
İsrail, intifadayı bastırma çabası çerçevesinde Filistinli direnişçilerin evlerini yıkıyor ve ailelerini evsiz bırakıyor.
Filistinli kardeşlerimiz Kudüs ve Mescid-i Aksa için bugüne kadar onlarca kurban verdi.
Bundan sonra da vermeye kararlılar.
Bizler de en azından ailelerine, eşlerine ve çocuklarına sahip çıkarak bu kutlu direnişe bir ucundan katkıda bulunabiliriz.