Ne diye üzülürsün ey can?..

Abone Ol

Hamdolsun Rabbimiz  bahşetmiş de Müslüman ana- babadan olmuş, Müslüman elbisesini giymiş, bedavadan Müslüman olmuşuz.! Sırf bu yüzden bile bizlere böyle şeref verip, en üst mertebeye ulaştıran Rabbimize ne kadar şükretsek azdır. Hele hele birde küfrün tek millet haline dönüştüğü bu kirli dönemde “Hakikate erişmiş bir Müslüman” olabilir isek o zaman değmeyin keyfimize..!

Lakin bu hakikat dediğimiz o muazzam gerçeğe doğum olayında olduğu gibi öyle kolay kolay  da ulaşılamıyor.! Hakikate ulaşmak ciddi bir çalışmayı ve emeği gerektiriyor. Çok istemek, temenni etmek ve dua etmek önemli, lakin bunlar da maalesef tek başına yetmiyor.! Mevlana hazretlerine göre hakikate ulaşmak için en az dört kapıdan geçmek gerekiyor:  Şeriat kapısı, Tarikat kapısı, Marifet kapısı, Hakikat kapısı…

Hakikate erişmiş bir Müslüman olmak için evvela; sevinirken de, üzülürken de, çalışırken de, dinlenirken de; kazanırken de, harcarken de her daim ölçülü olmalıyız. Ümitvar olacak Allah’ın rahmetinden asla umudumuzu kesmeyeceğiz. Lakin hiçbir zaman akıbet halimizden emin olmayacak ve hüznümüzü de tamamen terk etmeyeceğiz.! Çünkü hüzün, kalbimizi onaran dünya hayatımızın çok önemli bir parçasıdır.

İçinde yaşadığımız bu dünya esasen bilirsek “Hüzün’’ yeridir. İnsanın kendi günahlarını Allah’a karşı kusurlarını, ahiret günündeki hesabını düşünerek hüzünlenmesi, onun imanını ve şuurunu gösterir. Hayatımız hüzünle demlenir. Kalbi olanın hüznü de vardır. Hüzün düştüğü gönlü pişirir ve iyice olgunlaştırır… “Hüzün benim dostumdur’’ diyen Peygamber Efendimiz; “Hüzne yapışın. Zira hüzün, kalbin anahtarıdır.’’ diyerek bizlere çok önemli bir tembihte bulunmuştur…

O vakit bizler için hüzün:

Rabbimize yaraşır bir kul olamamak, Peygamberimiz ile aynı dönemde nefes alamamaktır…

Ümmet-i Müslüman’ın zulümler karşısındaki mezar sessizliği ve savrukluğudur…

Kendi ellerimizle toprağa verdiğimiz gencecik fidanlarımız, şehitlerimizdir…

Suriye, Irak, Mısır, Filistin, Doğu Türkistan, Myanmar, Pakistan, Afganistan’dır.

Mekke’dir, Medine’dir, Kudüs’tür…

Bombaların altında inim inim inleyen kimsesiz yetimlerdir.

Okyanuslarda can veren mülteciler, kıyıya vuran Aylan bebeklerdir…

Bazen yalnız bir çiçek olup açmaktır bir başına, bazen de çekip gitmektir…

Bazen de bir ayrılık, bir yürek burkuntusudur.

Hüzün, fani olduğunu bilen bir insanın hiçlik duruşudur, adressiz bir mektuptur…

Hüzün, Cennetin dünyadaki adresi, Yakub’un göz nuru, Züleyha’nın sonbaharıdır.

Hüzün, anlatılmaz bir tadın adı, Kemale ermiş insanın sıfatıdır.

Velhasıl Hüzün, acılar içinde dibe vuran insanın pişmanlığı, tekerinin tümsekte kalmasıdır…

Evet, kıymetli dostlar insanlar duyguları ile vardır. Duygular ise hüzünle taçlanır. Allah-u Teâlâ bizleri bu dünyaya imtihan için getirmiş ve birtakım sıkıntı ve belalar ile bizleri olgunlaştırmak istemektedir. Bize düşen bu sıkıntı ve belalara karşı sabır ile mukabele etmek ve dünyanın hangi hali olursa olsun, geçici ve imtihan için olduğunu bilmek ve saadeti ebediye deki mükâfatını düşünüp teselli bulmaktır.

Sözlerimi, hüznümüzü abartarak nefsimize yenik düşmemiz için bizleri uyaran Hz. Mevlana’nın “Lâ tahzen’’ (üzülme) diyerek verdiği o çok kıymetli öğütler ile bitiriyorum…

“İnsanlar senin kalbini kırmışsa üzülme!

Rahman (cc), “Ben kırık kalplerdeyim” buyurmadı mı?

O halde ne diye üzülürsün ey can?

Gündüz gibi ışıyıp durmak istiyorsan;

Gece gibi kapkaranlık nefsini yak!..”