Nabi Avcı hikâyem

Abone Ol

Geçen kış ders çalışmaktan bıkmış bunalmış bir hâlde kalemi kâğıdı fırlatıp tam sisteme saydırmaya başlayacaktım ki gözlerim kitaplığıma takıldı. Ve birden beynimde sapsarı bir ampul (hayır, hayır AK Parti’yle alakası yok bu ampulün, sıradan bir ampul) parladı. Dedim seksenlerde bir Molla Kasım varmış, yıllardır sahaflarda arıyorsun bulamıyorsun bir de internette ara. Aradım, buldum. Kargosuyla kitabıyla biraz pahalı gelmiş olmalı ki bana fırlattığım kâğıdı kalemi tekrar elime alıp “Sevgili Nabi Avcı” diye başlayan bir mektup yazmaya başladım, kitapları ondan isteyecektim, istedim de. Mektubu postalamam bir haftamı aldı; bakanlığa gönderiyordum çünkü bürokrasi diye bir illet vardı ve annemin kızlık soyadına kadar sordu PTT. Neyse bir şekilde gönderdim, kar yağdı o sıra İstanbul’a fırtına koptu, mektup takıldı kaldı bir yerde çıkamadı. Heyecanımı yitirmeye başlamıştım ki iki hafta aradan sonra kitapların geleceğine dair sevgili Milli Eğitim Bakanımız Nabi Avcı’nın oğlundan bir mesaj aldım. Sevinçten uçtum tabii. Ama kitaplar gelmedi. Bekledim, bekledim, bekledim… Günler, aylar, haftalar geçti, kitaplar yok. Canıma tak etti bu vaziyet, o sıralar yeni yeni çıkmaya başlayan biricik gazetemiz  Diriliş Postası’na gelip Hakan Abi’ye anlattım durumu, Hakan Abi herkesi tanıyordu belki bir şeyler yapabilirdi. Ne yaptı dersiniz, dinledi ve güldü işine devam etti. Ben de “Abi bari ‘Nabi Avcı’ya Açık Mektup” yazayım da ba- sın belki görür dedim. Hemencecik orada yazdım ve sağolsunlar basıldı açık mektu- bum. Kitapların gelmesi halinde yaklaşan seçimde ilk oyumu AK Parti’ye seve seve sa- tabileceğimi yazmıştım mektupta. Bir iki hafta sonra okula Milli Eğitim Bakanlığı’n- dan bir posta geldi adıma gönderilmiş, kitabım nihayet gelmişti: Enformatik Cehalet, Nabi Avcı’dan imzalı. Yine sevinçten uçtum (ben böyle sevinince hep uçuyorum galiba, ney- se). Hızlıca anlatacak olsam ancak böyle anlatabilirdim Nabi Avcı’y- la maceramı. Anlattım da. Şimdi taze ve en güzel kısmına gelelim hikâyemizin. Geçenlerde Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyan arkadaşlarımı ziyarete gittim, yaz vakti okula gidiyorlardı evet. Bir akşam da kaçak yollarla üniversitenin muhteşem ötesi kütüphanesini gittim. Birden aklıma düştü Molla Kasım. Yarım saatlik bir arayıştan sonra kıyıda kenarda kalmış merhum Necdet Konak’ın çizimleriyle bezeli Nehir Yayınlarından basılmış kapağı bir kez bile açılmamış yıllardır peşinde olduğum kitabı buldum: Evvel Zaman İçinde (Molla Kasım’in Not Defterinden: 1). Takdir edersiniz ki sevinçten uçtum yine.  Kitabı çıkarıp eve götürme hakkım olmadığı için gece 10’a kadar oturdum ve bir çırpıda okudum, bol bol sayfalarını fotoğrafladım (Nabi amca, hoş gör.) Yerimde duramıyordum, oldukça eğlenceliydi. Ama kütüphanede sessiz durulmalıydı ve ben de sessizce kahkahalar savura savura bitirdim kitabı. Araya haftalar girdi, okuduğumu bile unutmuş bir şekilde odamda oturuyordum ki kışın beynimde yanan o sapsarı sıradan ampul tekrar parladı. Nabi Avcı’ya mesaj atacaktım, belki de görür tebessüm ederdi. Öyle de yaptım, kitabınız süperdi dedim, ellerinden öptüm, iyi akşamlar diledim. Aklımdan bi’ geçirmedim değil arayabileceği ihtimalini. Gülüp geçtim tabii sonra, sakin ol abç dedim, işime gücüme baktım. Bir saat kadar sonra telefon titremeye başladı, evet evet telefonum çalıyordu ve arayan Nabi Avcı’ydı. Milli Eğitim Bakanımız Prof. Dr. Nabi Avcı. Gözlerimi ovuşturdum, baktım hâlâ arıyor heyecandan titreyerek ve inanmaya inanmaya açtım telefonu. Karşıda oldukça şefkat dolu bir ses Ayşe Beyza Çiçek’le görüşüp görüşemeyeceğini soruyordu. Titrek bir sesle “O benim Nabi Amca.” dedim sonra bir an için ikimiz de duraksadık “Ay sayın bakanım mı demeliydim?” dedim ve ekledim “Ne denir bilmiyorum ki…” Gerçekten o an için bilmiyordum (bilmemeyi tercih ediyorum şimdi de),  her akşam bakan aramıyordu ki beni çok çok Hakan Albayrak filan arıyordu. Karşımdaki muhteşem bir insan olduğu için güldü ve “Nabi amcayı sevdim, Nabi amca de.” dedi. Hal hatır havaturdan sonra “Enformatik Cehalet’i göndermiştik değil mi sana?”  dedi, “Evet” dedim “Ben de anlaştığımız gibi oyumu size verdim.” “E niye böyle oldu o zaman?” dedi haklı olarak. “Bence ben oy verdiğim için oldu, bir oy verdim ülke birbirine girdi. Bir sonrakinde vermeyeyim en iyisi.” dedim. Güldü, “Yok yok olmaz.” Dedi. Zaten hep mütebessimdi konuşma boyunca, hissettim bu hâli can-ı gönülden. Biraz daha konuştuktan sonra aileme, arkadaşlarıma, Hakan Albayrak’a ve Diriliş Postası’na selam söyledi. Vedalaşıp telefonları kapattık, tabii ben yine sevinçten uçtum. Sonra “Neden oldu bu?” dediği için hemencecik seçim sonrası yazdığım yazıyı gönderdim mesajdan. Cevabını aynen yazıyorum: “Yazını okudum. Eline sağlık. Ama merak etme, dediğin “çuvaldız” bugünlerde elimizden hiç düşmüyor. Selâmlar.” Bu mesaj üzerine bir sonraki seçimde de Nabi Avcı için oyumu malum partiye vermeye karar verdim. Hatta Nabi Avcı nerede olursa ben yine oyumu ona veririm. Molla kasım milliyetçisi olduğumu gururla bildirmek isterim. Son olarak iddia ediyorum gelmiş geçmiş en güzel bakanımız Prof. Dr.  Nabi Avcı’dır, onu sevmeyen de biraz enteresandır yani.