Özgürlük ve onur mücadelesinde en başından beri Suriye halkının yanında yer alan Türkiye’nin, insanlık adına yaptığı iyilikleri ve katlandığı fedakârlıkları insaf sahibi hiç kimse inkâr edemez.
Katliamlardan ve varil bombalarından kaçan masum insanlara kucak açmak her şeyden önce bir insanlık ve komşuluk göreviydi.
Türkiye, üzerine düşen bu görevi -kim ne derse desin- hakkıyla yerine getirdi.
Fakat bu kadar büyük miktarda mülteci kabul etmenin getirdiği birtakım sıkıntıların olduğu ve bazı problemlerin yaşandığı da bir gerçek.
Ankara, o sıkıntıları gidermek ve sorunları çözmek için yine elinden geleni yapmaya çalışıyor.
Bu yöndeki çabaların başarılı olabilmesi için tedaviden önce sorunların kaynağının doğru teşhis edilmesi şart.
Bir kere en başta şunu kabul etmek gerekiyor:
Her toplumda olduğu gibi Suriye’den gelen insanlar arasında da çürük elmalar var.
Bazen onlardan birkaçı toplumda tüm mülteciler hakkında olumsuz kanaat oluşmasına yetebiliyor.
Geçenlerde Konya’da bir yardım kuruluşuna davet edildim.
Suriye’den misafirleri vardı.
Yaptıkları eğitim çalışmalarını ve insani yardım faaliyetlerini anlattılar.
Soru-cevap faslına geçince misafirlere şöyle bir soru yöneltildi:
“Mülteciler hakkındaki olumsuz düşünceleri giderip halkın yine eskisi gibi Suriye Devrimi’ne sempati duymasını nasıl sağlayabiliriz?”
Bu soruyu soran dernek yöneticisi arkadaşa, “Mülteciler hakkındaki olumsuz düşünceler halk arasında o kadar yaygın mı?” diye sorduğumda aldığım cevap ise gerçekten üzücüydü:
“Maalesef yaygın. Yardım toplamak için gittiğimiz insanlar, ‘Bana Gazze de, Somali de, Arakan de; vereyim. Ama Suriye deme’ diyorlar.”
Konya gibi yardımsever bir kentte bu kanaatin oluşmasının başlıca nedeni halkın gördüğü kötü örnekler.
O kötü örnekler mülteciler aleyhinde birtakım çevrelerin yürüttüğü propagandayla birleşince etkisi de çok daha fazla oluyor.
Mülteciler dosyası iyi idare edilemezse Türkiye’nin hem içeride ve hem de dışarıda başını ağrıtacak birçok soruna yol açabilir.
Türkiye düşmanlarının mültecileri istismarına ve provoke etmelerine izin verilmemeli.
Alman Nora Sophia ve Fransız Charlotte Lecaille gibi daha birçok ajanın görev başında olduğunu tahmin etmek zor değil.
Aksi takdirde kucak açtığımız ve bağrımıza bastığımız kardeşlerimizin provokasyonlarla aleyhimize döndürüldüklerini görebiliriz.
Aynı şekilde ölümden kaçıp geldikleri için Suriyelilere acıyanların acıma duygularını kaybettiklerine ve duyarsızlaştıklarına şahit olabiliriz.
Türkiye dışında da mülteciler konusunu ülkemiz aleyhinde kullanmak isteyenler olduğu unutulmamalı.
Günümüzde tek bir fotoğraf karesiyle ve basit bir olayla olumlu ya da olumsuz büyük bir algı operasyonu yürütülebiliyor.
Türkiye aleyhinde kullanabileceği en ufak bir haberi dahi dört gözle bekleyen çevreler var.
Dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da mültecilerin eğitim ve benzeri ihtiyaçları.
Mültecilerin yükünü Türkiye çekerken eğitim hizmetleri başkalarına bırakılamaz.
Çünkü gelip kendi ülkelerinin propagandasını yaparlar.
Suriyelilere hizmet veren yabancı kuruluşlar ve Türkiye’deki partnerleri ciddi olarak izlenmeli.
Tek bir mülteci dahi kabul etmeyen ülkelerin gelip Türkiye’de mültecilere yönelik propaganda faaliyetleri yürütmeleri kabul edilemez.
Üstelik bu faaliyetlerin Türkiye aleyhine olma ihtimali de var.
Kendisine yeterince güleryüz gösterilmediği için Türkiye’de yatırım yapmaktan vazgeçtiğini söyleyen bir Körfez ülkesi vatandaşı işadamı, ardından Türkiye’de bir radyo satın almak ve Suriyeli mültecilere yönelik yayın yapmak istediğini söylüyorsa orada başka niyetler var demektir.
***
Kurban Bayramı’nızı kutlar, sağlıklı ve mutlu nice bayramlara kavuşmanızı dilerim.