Dün, 25 Mart’tı, Muhsin Yazıcıoğlu’nun vefat yıl dönümüydü. Aradan yıllar geçtikten sonra bugün onu kimin, nasıl ve neden şehit ettiğini daha rahat anlıyoruz. Yeniden ruhu şad olsun diyorum. Allah böyle yiğitleri bu milletten ve başımızdan eksik etmesin inşallah…
Aşağıdaki yazımı geçen sene yayımlamıştım. Değiştirmeden aynı şekilde tekrar yayımlamak istiyorum.
1997 yılıydı. Daha dün gibi hatırlıyorum. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu, Fatih Altaylı’nın, “Teke Tek” programında konuktu. Şimdi bakmayın Altaylı’nın karakter değişikliğine, o gün, sistemin emirlerini harfiyen yerine getiren bir kalemşörden öte bir şey değildi. Muhsin Başkan’ı sorularla sıkıştırmaya çalışıyordu Altaylı. “Sayın Yazıcıoğlu, biz biliyoruz ki siyasete her şey karşılıklıdır. Politika, menfaat üzerine kuruludur. Merak ediyorum, Refah-Yol hükümetini yedi vekille dışarıdan desteklemek karşılığında ne aldınız? Bakanlık mı, bürokrasi de koltuk mu? Yoksa başka bir makam mı?”
Biliyordum, benimle birlikte milyonlarca insan da bu sorunun cevabını bekliyordu televizyon başında. Zira BBP’nin yedi vekille Refah-Yol’u desteklemese hükümet kurulamayacak, ülke kaosa sürüklenecekti. Bu tarihler, aynı zamanda ülkeyi 28 Şubat’lara götüren süreçti. Türkiye gergindi. Hiç unutmuyorum, Muhsin Başkan’ın verdiği cevap tarihe geçecek, dava sahibi, inançlı hemen her siyasetçinin örnek alması gereken bir yanıttı.
Düşünmedi bile reis. “Sistemin sahiplerini ürkütürsem üzerime gelirler.” diye korkmadı, kıvırmadı. Ne cevap vermesi gerektiğini aklında yoklamadı. Doğrudan, çekinmeden, dobra söyledi. “Fatih Bey, Müslümanlar’ın iktidarına engel olmamak için destekliyoruz biz RefahYol’u. Ne bakanlık koltuğu ne bürokraside bir makam ne de başka bir çıkar istemedik bizi hükümetten. Gündeme bile gelmedi.”
İşte buydu Müslüman’ca duruş! İşte buydu ilkeli davranış! İşte buydu feraset, işte buydu Müslüman’ca siyaset. Yılmadı pek çok yerden gelen baskılara, aldırmadı içi boş tehditlere, güldü geçti ters bakanlara. Çünkü o, 12 Eylül hapishanelerinde alasını görmüş, daha fecilerini yaşamıştı. Bir kuru tehdide mi pabuç bırakacaktı yani? İşkencelere meydan okuyan bir yürek, davası adına bedel ödeyen bir beden, günlerini, gecelerini tek kişilik hücrelerde geçiren bir yiğitti o. 28 Şubatçılara mı teslim olacaktı yani?
N. Kemal Zeybek Anlatıyor: “Muhsin Yazıcıoğlu’nun ve hepimizin avukatı Şerafettin Yılmaz aradı beni: ‘Muhsin Bey’le ilgili belgelerin okunması bitti, suçsuz olduğu artık belli oldu. Kendisiyle görüştüm, tahliyesi için talepte bulunacağımı söyledim.’
Muhsin Bey’in avukatına verdiği cevabı, ancak özgürlüğün anlamını bilenler kavrar. ‘Hayır! Sakın tahliye talebinde bulunmayın. Arkadaşlarımın içeride dayanma gücü biraz da benim aralarında bulunmamdan ileri geliyor. Ben tahliye olur ve onlar içeride kalırlarsa, yıkılırlar.’
Gel de sevinçten ağlama bu düşünceye. İşte Muhsin Yazıcıoğlu buydu.
MHP’den ayrılış sürecinin gerekliliklerini anlatmak için Kayseri’ye geldiğinde, yerel bir televizyon kanalına misafir olmuştu. Onun gibi bir dava adamını, onun gibi şuurlu bir kalbi, yüreğinde yılmaz, yıkılmaz iman taşıyan bir aksiyon adamını, davasına ihanet etti diye bi takım çapulcular dövmeye kalkışmışlardı canlı yayında. Kahrolmuştum o gece.”
Peki, MHP’den neden ayrılmıştı Muhsin Başkan? Gerekçesi neydi ki, onu dövmeye kalkışmışlardı? Başkan, DYP-SHP Koalisyon hükümetine güvenoyu vermek istemiyordu. SHP’deki DEP’lileri(bugünkü HDP) hazmedemiyordu bir türlü. Alparslan Türkeş ise koalisyona destek vermekte ısrarlıydı. O gün Türkeş Muhsin Yazıcıoğlu’nun koluna girdi, Meclis Genel Kurulu’na birlikte yürüdüler. Yanına oturttu Türkeş onu. Kullanacağı oydan emin olmak istiyordu. Yazıcıoğlu, bir yanda partide çift başlılık görüntüsü vermek istemiyor, bir yanda da SHP’ye oy atmak içinden gelmiyordu. Tarihi bir veballe karşı karşıya idi. Bir gün, gelecek kuşakların kendinden hesap soracağını adı gibi biliyordu. Ancak Türkeş de inat ediyordu onun evet oyu kullanması için. Yazıcıoğlu Türkeş’in kulağına son kez, “C-5’te işkence görmekten daha beter bir psikoloji içerisindeydim şu anda. Ben böyle bir şeyi asla kabul edemem. Duygumu iyi anlayın diye söylüyorum. Müsaade edin, ayrılayım buradan.” dedi.
Türkeş onun yaşadığı ruh halini anlamıyor, hala, içinde DEP(HDP)’nin de bulunduğu partiye evet oyu vermesi için ona ısrar ediyordu. Açık oylama yapılacaktı. Türkeş koalisyona, “Evet” dedi, yanındaki Yazıcıoğlu ise, “Hayır!”
İlginç bir görüntü çıkmıştı ortaya. Yazıcıoğlu, Anadolu insanına has o kibarlığını bozmadan, “Efendim, izin verin çıkayım.” dedi tekrar Türkeş’e, başbuğ ise yine kabul etmedi. Bunun üzerine Yazıcıoğlu bir kâğıda milletvekilliğinden istifa dilekçesi yazdı, verdi. Türkeş çok sinirlenmişti. Dilekçeyi yırttı, çöpe attı. Yazıcıoğlu ve üç arkadaşı genel kurul salonunu terk etti o anda. Ve kopuş böylece başladı.
“İnanmadığım yolda milyonlarla yürüyeceğime, inandığım yolda tek başıma yürürüm.” düsturunu şiar edinmiş, yılmamış, “ben size peşime düşün demiyorum, birlikte yürüyelim diyorum” dediği dava arkadaşları ile birlikte kurduğu yeni partisiyle sıfırdan, sil baştan yola revan olmuştu.
Ben milletim uğruna adamışım kendimi
Bir doğrunun imanı bin eğriyi düzeltir.
Zulüm Azrail olsa hep Hakkı tutacağım,
Mukaddes davalarda ölüm bile güzeldir…
Dillerinde işte bu şiirle yola düşmüşlerdi… Aslında, Muhsin başkan ve onun dik, halktan ve haktan yana dirayetli ve Müslüman’ca duruşu hakkında yazılacak o kadar çok şey var ki… Lakin yerimiz dar ve son bir anıyla yazıyı sonlandırmak istiyorum.
2007 yılında, Muhsin Yazıcıoğlu’nu Saadet Partisi’yle ittifak yaptırmaya çalışıyorlardı. Namık Kemal Zeybek ve BBP Eski Genel Başkan Yardımcısı Metin Gündoğdu, rahmetlinin yanındaydılar. Zeybek, “Başkanım, Saadet Partisi ile ittifak yapmalıyız.” demişti birden. Yazıcıoğlu şaşkındı, beklemiyordu böyle bir teklifi. “Peki, bu ittifak barajı geçer mi?” diye sordu.
Zeybek, kendinden gayet emin bir halde. “geçer” dedi. Döndü, bir de Metin Gündoğdu’ya sordu reis, “Geçmez başkanım.” dedi Gündoğdu. Tekrar Zeybek’e döndü ve sordu, “Metin’in inanmadığı ittifaka milleti nasıl inandıracağız Namık Kemal Bey?”
Zeybek kızarak gitti. Yazıcıoğlu, Metin Gündoğdu’ya şu müthiş cümleyi söyledi o gün. “Bunlar bizi saf zannediyor herhalde. Bizi Saadet partisiyle ittifak yaptıracaklar. AKP’den iki puan çalmak, milletimin işine yaramayacaksa, ittifakta ben neden olayım ki?”
Şimdi soracaksınız, “İyi de, bu konuyu nerden girdin şimdi?” Söyleyeyim; bugün, dış ve iç güçlerin hedefinde Türkiye var, görüyor, tarihe şahitlik ediyorsunuz hep birlikte.
Düşünmek lazım; Batılı ülkeler, PKK, FETÖ ver diğer şer güçleri neden, “hayır” isterler referandumda? Ne çıkarları var ki Türkiye ile ilişkileri bozmak pahasına bizimle kavgaya tutuşur, terör örgütleri ile iş birliği içine girerler? Muhsin Başkan eğer bugün yaşasaydı hiç şüphesiz ki milletinin yanında, şer güçlerin karşısında olurdu. Öyleyse birikeceğimiz yer bellidir. Bence bugün Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu en büyük şey, Muhsin Başkan’ın dik, şuurlu ve milletinin yanında duran muhalefet anlayışıdır. Konu vatan ise, gerisi teferruattır…