Bırakınız Türkiye’yi ya da dünyaya ait bugünü, öyle zannediyorum ki insanlık tarihi dahi 24 Haziran seçimleriyle birlikte yepyeni bir şeyi test ediyor. Peki, nedir o şey? Jacques Derrida’nın “yapısöküm” kavramını dahi kıskandıracak yepyeni bir “söküm”dür. Bu sökümü farklı yapan şey söktükten sonra bir “yeniden inşa” için hiçbir umut verilmeyişidir. Yani söküp öylece bırakmaktır bu.
Bütün kavramları, doğruları adeta tarihsel perspektifte kazandıkları anlamın “iz”inden çıkararak ve olumsuz tek bir anlama hapsederek, “kavramlara şiddet uygulayarak” bir siyaset yapılmaya çalışılıyor.
Amacı “sözü yerinden etmek” ve kavramsallaştırmanın yapısını bozmak olan bu pratik,nasıl söz konusu edilmeli, nasıl tanımlanmalıdır? Burada temel soru olarak almamız gereken budur. Bu sorunun cevabı da, 16 yıldır karşısında hiçbir başarı gösterilemeyen ve yükselişi Türkiye’nin sınırlarını da aşarak devam eden bir lider karşısındaki umutsuzluğun getirdiği akıl tutulmasıdır.
Hiçbir ciddi kaynak göstermeden ve -Allah korusun- iktidar olsalar altında kalacakları, atılan ama tutulması imkânsız vaatler, hiçbir sağlıklı zihnin tartamayacağı türden. Ya da şöyle düşünüyorlar: Ak Parti’nin biriktirdikleri nasıl olsa bizi bir beş yıl götürür, gerisi de ne olursa olsun…
Bu muhalefete sormak lazım, özelliklede bu CHP’ye ve tabi İçişleri Bakanlığı yapmış Akşener’e; Madem Türkiye’nin bu kadar potansiyeli vardı da, neden bizi 2001 öncesinde süründürdünüz?
Parlamenter sisteme methiyeler dizenler acaba -uzağa değil- sadece 1993-1995 yılları arasında kurulan ve bu ülke tarihine “5 Nisan Kararları” olarak geçen ve bizi elli yıl geriye götüren sürecin sahibi DYP-SHP iktidarına hiç baktılar mı? Eğer baksalardı, yaklaşık iki yıl süren bir koalisyon iktidarında bile çoğu bakanlığın dört hata beş isim değiştirdiğini görebilirlerdi.
Her devlet güçlü, kararlı ve istikrarlı bir iktidar ararken, ne gariptir ki bizde tersini savunan bir muhalefet var. Hatta “tek adam, diktatör” diyerek kendilerince de “itibar suikastı” yaparak bunu dillendiriyorlar.
Bu iftirayı hiçbir gerçek diktatörün tarihi doğrulayamaz. Hele de bu iddiaların sahipleri, 15 Temmuz gibi bir terör faaliyetinin mensupları ya da destekçileri ise bu çok daha farklı bir anlam kazanır. Kendilerine yapılanı çarpıtarak, işbirlikçilerinin desteğini de alıp bir algı yürütmeye çalışanları, gerçek akıl sahipleri çok iyi görüyorlar.
Ama onlar zaten iktidarın otoritesini görmüyorlarsa bir arıza vardır; zira kendileri de gerçekte aciz bir Cumhurbaşkanı olmayı arzu edemezler. Hem baksanıza İnce, şimdiden apolet sökmeye başladı bile…
Devletin bekasını tehdit eden unsurlara karşı gösterilsin diye millet güçlü iktidarlara özlem duyar. Bugün de hamdolsun Türkiye ve onun güçlü iktidarı, üstelikte sınır ötesi harekâtlarla üç büyük küresel terör yapısına karşı mücadele veriyor. Bu mücadelede de çok büyük başarılar elde edildi.
Öyle ki, seçim sürecini sabote etmesi beklenen PKK, bu görevini yerine getiremediği için FETÖ terör örgütünün bir üyesi tarafından sitemle karşılandı: “Neden bu PKK hiç sabotaj yapmıyor” diyerek. O kişi bundan sonra şunu da düşünsün: “Yapacak takati mi, takatiniz mi var?”
Her şeye rağmen hakikatler olduğu yerde ve dimdik durmaya devam ediyorlar ve edecekler. Hiçbir “yapısöküm”cü bu gerçeği değiştiremeyecek. Çünkü hakikatlerin kaynağı, insanı da aşan bir ilahî kudret barındırır. Bunu da hiçbir fani değiştiremez…