İlginç bir süreç yaşıyoruz. AK Parti’nin tartışmasız ve kesin zaferi, 1 Kasım sonrası için yapılan tüm projeksiyonları resmen berhava etti.
Oysa neler planlanmıştı neler.
Bütün bu planların hepsinin, Tayyip Erdoğan ve AK Parti merkezli olduğunu söylememe bilmem gerek var mı?
Öngörüler, AK Parti’nin 7 Haziran’dakine benzer bir sonuç alacağı, en iyimser senaryoda bile 42-43 bandından ötesinin görülmediği yönündeydi.
Bu da tek başına bir iktidar sağlasa bile kızılca kıyametin kopartılması için yeter de artar bir gerekçe olacaktı.
‘Gezi’ benzeri hareketlenmeler, medyanın gemi azıya alması, HDP/PKK’nın terörü ve kaosu alabildiğine yükseltmesi, Paralel İhanet Çetesi’nin tezviratta ve ahlâksızlıkta yeni atraksiyonlara girişmesi ve ekonomik göstergelerin dibe doğru gidişte hızlı bir ivme kazanması, bahsini ettiğimiz öngörülerin başlıcalarıydı.
Açık söylemek gerekirse Türkiye için bir kıyamet senaryosu öngörülmekteydi, 1 Kasım’a gelinceye kadar.
Öyle olmadı ama…
Allah lütfetti ve bu cefakeş millet hesabı bozdu.
Şimdi, bahsini ettiğimiz projeksiyonların hepsi çöpe gitti.
Bütün bunların oluşması için ellerinden gelen her şeyi yapan şer güçlerin tabir caiz ise bu kırılası elleri böğürlerinde kaldı desek yeridir.
Bu yüzdendir ki, içerideki ve dışarıdaki şer odakları resmen şoka girdiler ve ilk birkaç gün nasıl bir tepki vereceklerini bilemediler.
Bunlar, yüz binlerce kez hamdettiğimiz gelişmeler…
Peki, bundan sonra ne olmalı?
Memleketi bir baştan bir başa kuşatan iyimserlik havasının, bölgeye de yayılarak bir rahmet meltemi estirmesi için bütün imkânları kullanmanın tam zamanı doğrusu.
PKK ve IŞİD (DAİŞ) gibi eli kanlı örgütlerle mücadelede zaafa düşülmeden ve fakat vatandaşlara ‘kerim devletin’ müşfik yüzünü, olanca kuşatıcılığı ile yansıtmak, yapılacak ilk işlerden olmalı.
Bunun gibi Paralel İhanet Çetesi’nin tüm inlerine girilerek bütünüyle çökertilmesi hususunda gereken her şeyin yapılmasıyla birlikte, bu örgütle ilişiksinin kalmadığını deklere eden üçüncü şahısların kendilerini güvende hissedeceği bir ortamın oluşturulması, sanırım adil bir mücadelenin olmazsa olmazıdır.
Zira bizi terbiye eden referansımız; “Bir topluluğa olan düşmanlığınız sizi onlara karşı adaletsizliğe sevk etmesin” diye emir buyurmakta ve hadiselerin çözümünde, adaleti merkeze koymaktadır.
Bu anlayış, ülkenin dibine dinamit koymaktan imtina etmeyen gözü dönmüş “bir kısım medya” için de aynen tatbik edilmelidir elbette.
Bunların da yaptıkları ihanet ve zulmün hesabı hukuk içerisinde kalarak sorulmalıdır.
Unutmamak gerekir ki, ahlâksızlığı ve hukuksuzluğu tarz olarak benimsemiş kimselere, aynı yöntemle mukabelede bulunmak Müslümana yakışmaz.
Hele devlete hiç yakışmaz.
Nasıl diyor Selahattin Eş ağabeyimiz?
“Yol oldur ki, doğruya vara…”