Müfredat

Abone Ol

Batılıların tüm dünyaya empoze yöntemiyle dayattıkları standart meselesi, Sanayi Devrimi’nin doyumsuz çocuğu kapitalizmin global ticaret düzeninin sorunsuz işleyebilmesi içindi. Frank Lloyd Wright 1880’lerde “Standartlar geliştirmeliyiz. İnsanların hepsi bazı ortak şeylerin tadını o zaman alabilirler.” diyordu. Kalite, verimlilik ve standardizasyon ya da akreditasyon gibi kavramlar bu global ticaret düzeninin işleyebilmesi için anlam ifade etmekteydi. Bu havadan sanayi dışı hizmet alanları da etkilendi ve sanayi ile birlikte değişen, piyasa şartlarına göre savrulmak zorunda kalan ve değişimi, şartların doğal sonucu olarak gören bir eğitim zihniyeti de nasibini aldı.

Son elli yıldan izlediğimiz resmi politikalarla özellikle de Avrupa Birliği’ne uyum süreçlerinde değişimi kanıksadık.

Değişim çağında yaşayan bir dünyalı olarak değişimin kaçınılmaz olduğuna itiraz edecek değilim. Turgut Cansever’in tespiti ile Bati Avrupa kültürü dünyaya öyle hakim olmuş bulunuyor ki mesela Beethoven’in müziğinin standartlarına karşıysanız yoksunuz demektir.

Sürekli kamçılarla işaret edilen bu standart çizgisinin gerisinde kaldığımız sürece değersizleşeceğimize ve değişmemiz gerektiğine yönelik bir toplumsal bilinçaltı ne yazık ki yerleşmiş durumda.

Hâlbuki geleneksel mimari düzenimizin yanlış olduğunu kim söyleyebilir. Ekonomik ve kolay üretilebilen standart evleri üst üste yığarak oluşturduğumuz beton hayaletlerin içindeki insanlığın birkaç nesil sonra neye dönüşeceğini görmeliyiz.

Tabiattan, insandan ve hayvandan koparılmış, cezaevi mesabesindeki apartman çocuklarını hangi değerlerle hayata bağlayacağız.

Talim-terbiye heyetinin iyileştirmeye çalıştığı müfredat, dünya düzenindeki sosyo-ekonomik konumumuzun sınırları içerisinde kalmayı gözardı edemeyecektir. Ama yapmamız gereken köklü bir iyileştirme ve ıslah projesi olmalıdır. Değiştirme ve dönüştürme yoluyla değil daha çok tabiatın ve canlıların tabii dengesine en uygun eğitim zihniyetini tekrardan öğrenmeye yönelik bir gayret olmalı. Tabiatımızdan bu denli uzaklaşmışken salık verdiğim değişimin geriye gitme anlamına gelmediğini kime, nasıl anlatabileceğiz.

Bugün dünyadaki eğitim düzeni, kalabalıkların sevk ve idaresini kolaylaştıran yönetim-organisazyon şirketleridir ve bütünüyle hiyerarşik zihniyet değişmezliğinin öğretildiği kışla düzeni esasına göre işler. Hiyerarşik yapı, eğitimde kaliteden çok mevzuatın yerine getirilmesini hedefler ve otoritenin profesyonel bir akış içinde yaygınlaşmasını öğretir. Sözlü ve yazılı anlatım formları, standart başarı ölçütleri, oturma düzeni, öğreticinin konumu, idarecinin rolü ve denetim mekanizması bu hiyerarşinin değişmezliğini sürekli telkin eder. Bu düzende, her bir parçanın değişmeyen rolleri korunarak standart bir nesil yetiştirme amaçlanır.

İsterseniz bu sürecin de adını koyalım… Çocukluk evresinden yirmi iki yaşına kadar süren bu evre, en az hasarla bir neslin yaşıtları ile nispeten daha güvenli kontrol edilebilmesidir. Görünüşte daha sağlıklı, daha güvenli ve daha uyumlu standart bir nesil ortaya çıkmış olur. Bu eğitim düzeninde, ücret karşılığı sürekli bir işte çalışmadığımız sürece hayatımızı devam ettiremeyeceğimizi öğreniriz. Bir doğal afet ya da başka türlü travmatik değişim süreçlerinde hayatın idamesinin doğal koşulları büsbütün unutulmuş olur…